Osmanlı orduları 1453 yılında elli üç günlük bir kuşatmadan sonra İstanbul’a girmeyi başarmıştı. Fakat kentin Türk ve İslam kimliğine kavuşması ise daha uzun sürdü. Anadolu’dan getirilen çok sayıda Müslüman Türk aileleri İstanbul’a yerleştirildi. Kentin sağlık, beslenme, eğitim, güvenlik, yönetim ve ekonomik açıdan çağdaş bir yapıya kavuşturulması için çok çaba harcandı. Her alanda kalifiye elemanlara ihtiyaç vardı.
Fatih’in en önemli özelliklerinden biri de, insanlardaki yetenekleri çok iyi fark edilebilmesi ve doğru insanı doğru yerde kullanmayı bilmesi idi. Kimi zaman kentteki gelişmeleri yerinde incelemek için kılık değiştirerek halk arasına karışırdı. Bu gezilerinin birinde, kendi yaptırdığı Fatih Camii yakınlarındaki Karaman Sokağı’ndan geçerken irikıyım bir yeniçeri aşçısının bağıra çağıra etrafa küfürler yağdırdığını gördü. Fatih yanında yürüyen Mahmut Paşa’ya “Neden küfrediyor acaba?” diye sordu. Mahmut Paşa adama yaklaşarak kibar bir üslupla “Efendi neden kızgınsın böyle?” dedi. İri yarı adam etkileyici ve kendinden emin bakışlarla, önce Mahmut Paşa’yı sonra da biraz ileride duran Fatih’i dikkatlice süzdü. Konuşmalarına, giyim ve kuşamlarına bakarak “Ulemadan birileri” diye düşündü. Sonra sesini daha da yükselterek “Behey Ağalar, koca gün İstanbul’un altını üstüne getirdim bir okka et bulamadım. Asker yemek istiyor kışlaya girmekten korkuyorum. Muhtesip işlerle yeterince ilgilenmiyor!”‘ dediğinde Mahmut Paşa “Kentte et yoksa muhtesip ağa ne yapabilir ki?” diye yanıtladı. Bunun üzerine öfkeli aşçı, Mahmut Paşa’ya sert bir bakış atarak yüksek bir sesle “Olmaz olur mu ağa! Her şey var ama adam gibi adam yok, kontrol yok, plan yok. Padişahın ülkesi çok kötü yönetiliyor. Ben ihtisap ağası olacağım ki sen bak, değil İstanbul’u tüm dünyayı nasıl doyururum.” dedi. Aşçı, Mahmut Paşa ile konuşurken Fatih adamı dikkatlice inceliyordu. Sözleri ve vücut dili ile inandırıcı bir kişilik sergileyen bu garip adamda güçlü bir liderlik yeteneğinin saklı olduğunu fark etti. Fakat erzak sıkıntısı çekilmesine de çok üzülmüştü. Aşçının dediği doğru idi. Varlık içerisinde yokluk çekiyoruz diye düşündü. Saraya döndüğünde yeniçeri ağasına, Karaman Sokağındaki aşçının huzuruna getirilmesini emretti.
Aşçı şaşkındı. Saraya niçin çağrıldığına bir anlam veremiyordu. Kendi dürüstlüğünden emin olmakla beraber biraz ağzı bozuktu. Sinirlenince ağzına geleni söylüyordu. “Ama herkes küfür eder. Bu padişahı ilgilendirecek kadar büyük bir suç sayılmaz ki” diye düşünürken birden geçen gün kafa tuttuğu İhtisap Ağasının kendisine bir komplo hazırlamış olabileceği aklına geldi. Bu düşünceler içinde olan aşçı yanındaki görevlilerin “Saraya geldik efendi” sözü ile kendisini toparlamaya çalıştı. Çok heyecanlı idi; birkaç dakika sonra huzura kabul edildiğinde, gördükleri karşısında korku ve şaşkınlık içinde donakaldı. Çünkü bu sabah Karaman Sokağı’nda gördüğü ve ulemadan zannetiği kişilerin Osmanlı Padişahı Fatih Sultan Mehmet ile ünlü Sadrazam Mahmut Paşa olduğunu geç de olsa anlamıştı.
Hiçbir şey düşünemiyor ve yaptığı kabalıktan çok utanıyordu. Kendisini toparlayarak büyük bir saygı ile Padişah’ın eteğini öptükten sonra başını önüne eğerek kaderini beklemeye başladı. Bu arada Fatih güven verici ve kararlı bir sesle “Bak Efendi, seni ihtisap ağalığına getiriyorum. Kentin erzak sıkıntısını tez halledesin!” dedi. Birkaç dakika önce korku ve utanç duygusu içinde kıvranan aşçı sevinçten ne söyleyeceğini şaşırmıştı.
Fatih yanılmamıştı. Aşçı gerçekten yetenekli biri olduğunu kanıtladı. Yalnız İstanbul’da değil civardaki köy ve kasabalarda bile erzak sıkıntısı çekilmiyordu. Yeni ihtisap ağasının dürüstlüğü ve çalışkanlığı dillerde dolaşıyordu. Padişah ihtisap ağasının daha zor görevlerin de üstesinden gelebileceğine inandığı için onu Anadolu Beylerbeyliğine (Anadolu Eyaleti Genel Valisi) tayin etti.
Fatih, Amasra ve Trabzon sorunlarını çözmek için Karadeniz seferine çıktığı için, öteden beri Anadolu’da hak iddia eden Akkoyunlu Hükümdarı Uzun Hasan, Fatih’in Karadeniz Seferi’ni fırsat sayıp Anadolu içlerinde askeri harekât başlatmıştı. Durum çok ciddi idi. Fakat Anadolu Beylerbeyi başarılı bir operasyonla Uzun Hasan’ın kuvvetlerini dağıtarak beklenen tehlikeyi zamanında önledi. Bu durumdan çok memnun kalan Fatih kendisine Karaman isyanını bastırma görevini verdi. Yeni Genel Vali bu işten de yüzünün akı ile çıkmıştı.
Osmanlı Devleti ile Akkoyunlular arasında 1473’te yapılan ünlü Otlukbeli Savaşı’nda ise sağ kol komutanı olan Fatih’in oğlu Şehzade Beyazıt’ın emrine verilmişti. Bu savaşta inanılmaz bir manevra yaparak Uzun Hasan’ın oğlu Uğurlu Mehmet’in kuvvetlerini dağıtmayı başardı. Bu hareket savaşın sonucunu belirlemeye yetmişti. Otlukbeli Savaşı’ndan sonra İkinci Karaman Seferi’ne çıkarak İçel ve Alanya’yı ele geçirdiği gibi Karamanoğlu’nu uzun süre kıpırdayamaz hale getirdi.
Fatih başarıya doymayan bu değerli valisini, azlettiği Mahmut Paşa’nın yerine sadrazam olarak atadı. Yeni Sadrazam ayağının tozu ile Kefe, Menküp ve Kırım’ı alarak Karadeniz’i bir Türk gölü haline getirdi. Fakat İşkodra Seferi sırasında Padişah’la görüş ayrılığına düşerek sefere katılmak istemediğinden görevinden alınarak hapsedildi.
Yerine atanan Hersekzade Ahmet Paşa, böyle değerli bir komutanın savaş döneminde hapsedilmesinin doğru olmadığına Padişah’ı inandırarak af talebinde bulundu. Bunun üzerine Fatih kendisini affederek donanma komutanlığına getirdi. Bu görevi sırasında da Zanta, Kefalonya ve Santa Mavra adalarını aldığı gibi ani bir hareketle Güney İtalya’ya çıkarma yaparak Otranto’yu fethetti.
Birçok cami, medrese, hamam, imarethane ve kütüphane yaptıran ve İstanbul’da bir semte ismi verilen bu değerli devlet adamı tarihimizde Gedik Ahmet Paşa olarak tanınmaktadır.