Ana Sayfa Makaleler Edebiyat-Sanat Müştak Babanın Kehaneti

Müştak Babanın Kehaneti

0

baba

Asıl ismi Muhammed Mustafa olan Müştak Baba Bitlis’te doğdu. Din ve tasavvuf kültüründen yana zengin bir aile ortamında yetişti. Temel eğitimini medresede tamamladıktan sonra, Kadiri şeyhlerinden Hasan-ı Şirvani’ye intisap etti. Şeyhinin gözetiminde tasavvuf ve mu­siki dalında kendini yetiştiren Müştak Baba, dervişlik geleneğine uya­rak birçok yeri dolaştı. İstanbul’da mesnevi ve hadis dersleri aldığı Neşet Hoca kendisine Müştak lakabını verdi. Derin bilgisi ve terbiyesi ile Padişah II. Mahmut’un beğenisini kazanarak onun dostları arasına katıldı.

Şiirleri tasavvuf içerikli olup çoğunlukla ağır bir dil kullanmıştır.

Müştak Baba İstanbul’dan Bitlis’e dönerken Muş’ta konuk olduğu bir evde saldırıya uğrayarak hayatını kaybetti. Ölümüne kıskançlık ve aşiret düşmanlığının neden olduğu sanılmaktadır.

Tasavvuf yolunda belli aşamalardan geçenlerin bazılarında gele­cekten haber verme, hastalan iyileştirme, maddelere uzaktan etki edebilme gibi hallerin görüldüğü çeşitli kaynaklarda yazılıdır. Müştak Baba’da da bir çeşit duru görü melekesi gelişmiş olmalı ki, Ankara’da Hacı Bayram-ı Veli’nin mezarını ziyaret ettiği günlerde yazmış oldu­ğu bir şiirde yaklaşık yüz yıl sonra Ankara’nın başkent olacağını açık­layarak Kurtuluş Savaşı’na işaret etmiştir. Onun günümüzde ünlü olmasını sağlayan en önemli yanı da budur.

Şiirlerinde ebced şifresini kullanmıştır. Ebced’in esası, alfabedeki her harfe bir rakam değerinin verilmesine dayanır.

Şimdi tüm zamanların en şaşırtıcı kehanetlerinden birini içeren bu ünlü şiiri birlikte inceleyelim:

Me’vâ-yı nazenine kim elf olursa efser Lâ-bûd olur o me’ve islambol ile hemser Nun ve’l kalem başından alınsa nun-i Yunus Aldıkta harf-i diğer olur bu remz azhar

Nıftâh-ı sûre-i kaf serhaddi Kaf

Munzam olunmak ister ra-yi Resul peygamber

Hay hû ile ahir maksut olur zahir

Beyti Veliyyül-ekrem el hacıyd-i ekber

Ey pâdişâh-ı fehhâm Sultan Hacı Bayram

Ruhan ister ikram Müştak Abdi Çökeri

İlk mısrayı yeniden yazalım: Me’vâ-yı nazenine kim elf olursa efser Bu mısrada üç temel sözcük vardır: Me’va-ı nazenin: Güzeller Beldesi

Elf: Bin

Efser: Taç

Günümüz Türkçesine çevirecek olursak:

“Güzeller beldesinin başına elf(bin) efser(taç) olursa”

Bu dize görünürde bir anlam taşımıyor, şimdilik neresi olduğunu

bilmediğimiz güzeller beldesinin başına elfin(binin) taç edilmesinden

söz ediliyor.

Parçanın içsel ve mecazi bir anlamı olduğu kesin. “Elf” bin anla­mına geldiğine göre, bini güzeller beldesine taç etmek ne anlama geli­yor? Burada “elf” ve “efser”in şifre sözcükler olduğu ortada. Bunları deşifre etmek için “ebced”e başvuralım.

Elf = 1000’dir. Efser ise Osmanlı alfabesinin (Elif), (Fe), (Sin), (Rı) harfleri ile yazıldığına göre rakamsal değerlerini yazıp toplayalım Elif (1) + Fe (80) + Sin(60) + Rı(200) = 341 olur. Bu bilgilerin ışığında mısramıza yeniden bakalım.

“Güzeller beldesinin başına elf (1000) taç(341) olursa”

Burada açıkça 1000 ile 341’i toplanmasına işaret ediliyor. Toplaya­lım: 1000+341=1341. Bu Hicri bir tarihtir, Miladi yıla çevirirsek 1923’ü

elde ederiz.

Taç egemenlik simgesidir ve hükümdarlara özgüdür. Bir insanın taçlanması, onu diğer insanların lideri ya da beyi yapar.

Bir beldenin taçlanması da onu diğer beldelerden farklı bir konu­ma getirir. Şimdi bu taçlı beldenin neresi olduğunu anlamak için diğer mısralara bakalım.

İkinci mısra söyle diyor:

“Lâ-bûd olur o me’va İslambol ile hemser”

Yani:

“O belde İstanbul gibi olur.”

Şairin yaşadığı dönemde İstanbul başkent olduğuna göre her iki mısrayı birlikte değerlendirecek olursak şu anlam çıkar: “Güzeller beldesi 1923’te İstanbul gibi taçlanacaktır”.

Bundan sonraki mısralarda şair güzeller beldesinin harflerini kod-layarak şüpheye yer bırakmadan oranın Ankara olduğunu söylüyor. Osmanlı alfabesinde Ankara; (Elif), (Nun), (Kaf), (Rı), ve (He) harfleri ile yazıldığına göre bu harflerin kodlandığı mısralara geçelim. Efser sözcüğündeki “Elif”, Türkçe’de “A” harfi yerine geçer. Takip eden mısralar:

“Nun ve’l kalem başından alınsa nun-i Yunus”

Yunus Suresi’ndeki (Nun)

“Miftâh-ı sûre-i kaf serhaddi Kaf da kaf”

Kaf süresindeki (Kaf)

“Munzam olunmak ister ra-yi Resul peygamber”

Resul sözcüğündeki (Ra)

“Hay Hû ile ahir maksut olur zahir”

Hay Hû sözlerindeki (He); Türkçede “E” ve “A” yerine geçer.

Arapça’da (He), (Kaf), (Nun), (Ra) gibi harfler, bazı durumlarda ve bazı sözcüklerde farklı şekillerde yazıldığından şair bir yanlışlığa meydan vermemek için yukarıdaki kodlamaya gerek duymuştur.

Şimdi bulduğumuz bu harfleri yan yana koyalım;

(Elif) (Nun) (Kaf) (Ra) ( He)

A N K R A

O yıllarda “Ankara”nın adı, “Ankra” olarak telaffuz ediliyordu.

Son iki mısraya gelecek olursak:

“Ey padişah-ı Fehhâm Sultan Hacı Bayram

Ruhân ister ikram Müştak Abdi Çaker”

Anlamı:

“Ey ariflerin padişahı Hacı Bayram, senin bulunduğun o güzel belde Müştak’tan saygı bekler.”

Şimdi şiirin tamamını düz yazıya çevirip özetlersek şöyle bir an­lam çıkar:

“Hacı Bayram’m memleketi ve güzeller beldesi Ankara, 1923’de taçlanarak İstanbul’dan farksız hale gelecek.”

75 yaşında ölen Müştak Baba, ölümünden birkaç ay önce bir dos­tuna sade bir dille ve şifresiz olarak yazdığı şiirde öleceğini şöyle ha­ber veriyor:

“Ömrümüz bu sene yetmiş beşe Yetmiş ey can güzel et endişe Bundan artık yaşamasa da n’ola Kalmadı dilde muradım cânâ”

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.

Exit mobile version