ANA SPOT
Dünya Harbi’ne sokulmamız için planlanan iki kaçak Alman gemisi Goben ve Brislav, bizi bir komplonun içine almıştı ve biz de zokayı yutmuştuk. Tıpkı bunun gibi, yeni dünya savaşının içine dahlimiz için bir sürü “mülteci gemi” komplosuyla karşılaştı ülkemiz. Hatay’da uçak düştü, Reyhanlı’da siviller katledildi, sınır tecavüzleri yaşandı… Suriye konusunun başında, “Suriye bizim iç meselemizdir!” diyen Hükümet, neyse ki kendini çabuk toparlayarak “mülteci gemilere” fevri “Enverpaşalık” yapmadı. Lakin AB’nin Big Bossu, yine Germenliğini yaptı ve gizli teşkilatı BND ve art niyetli vakıfları aracılığıyla “Taksim Kalkışması”nı başlattı. “Gezi olayları” diye tarihe geçecek vak’a, tam bir Alman komplosuydu ve yerli işbirlikçileri de bir mezhebin mensupları olarak kullanıldılar iddiası dilden dile dolaşıyor. Bu olaylar, aynı zamanda yeni bir savaşın ön muharebeleriydi. Tıpkı Birinci Dünya Savaşı’ndan önceki Balkan Harpleri gibi.
***
Bugün itibariyle üçüncü dünya harbindeki yeni Erdoğan, “Güneydeki ülke”nin fiilî desteğini alan güce karşı önde gidiyor. 30 Mart’ta alınacak sonuç, ülkenin kader yolculuğunu iki ayrı güzergâhta devam ettirecek. İki güzergâh, AK Parti açısından seçimlerde alınacak olumlu veya olumsuz iki sonuca göre kuvveden fiile geçecek gibi görünüyor. AK Parti bu seçimden zaferle çıkarsa, rakiplerinin bozulan moralleriyle birlikte halk, toz duman arasında Nisan, Mayıs ve Haziran aylarını atlatarak Erdoğan’ı Cumhurbaşkanı koltuğuna oturtarak derin bir oh çekecek gibi görünüyor. Ondan sonrası için 5+5 yıl süresince “Çankaya tahtı”na oturacak olan Erdoğan, 2023’te çok istediği sivil anayasayı Meclis’ten geçirterek yeni ülkenin “Yeni Kurucu Babası” olarak tarihe geçecektir.
2023’ün Aynası Olarak 30 MART
3. Dünya Harbi başladı
ROMANCI kardeşimiz Seyitahmet Karamağralı’nın, 1988 yılında yazdığı “Haymatlos-Kum Tarihi” isimli romanı birkaç yıl evvel Akçağ Yayınları’ndan neşretti. Politik bir kurmaca olan roman, kendine özgü felsefesi içinde, kurgunun sonlarına doğru, 2014 yılını tarih göstererek bir Türk-Acem savaşını öngörüyordu. Bu öngörü –Suriye üzerindeki örtülü savaşta Türkiye-İran çatışmasını göz ardı edersek- yanlış çıktı. Fakat kanaatimizce, 2014 yılında bir savaşın içine duçar olduğumuz, henüz çoğumuz kavrayamasak ya da hissetmesek de doğru ne yazık ki. Haymatlos’da sözü edilen savaş, 17 Aralık 2013’te başladı, hem de “üçüncü dünya savaşı” ölçeğinde… Bekleyenlerin gözü aydın!..
Yazımızdaki iddiayı temellendiren argümanlarımızı bölüm bölüm ele alacak ve tarihten istifade ederek günümüzle irtibatlandırmaya çalışacağız.
Fetret devirleri
Selçukluları saymayarak bağımızı Osmanoğulları’yla kurarak, devletimizin zamansal sınırlarını günümüze kadar genişlettikten sonra uzun soluklu bir turaç olup, semaya ağmak ve zamanın ak kanatlı naif bir gezmeni halinde Hızır’a yoldaş olalım diyorum. Bu, bîzaman yolculukta gözümüze –belirgin hatlı- üç fetret devrinin yürek burkan manzarası çarpmakta.
Birincisi; adı, tarihteki meşhur söylenişi ve hâliyle bizatihi fetret olan 1402-1412 yılları arasındaki devirdir. Zamanın bir diğer Türk sultanı olan İranlı Timur Han, Anadolulu Bayezid Han’ın üzerine huruç eyleyerek Ankara’nın Çubuk ovasında görünmesiyle başlıyor her şey. Tarihler, aksaklığına işaret olmak üzere bir adı da Timurlenk olan İranlı Emir, ünlü ovada yapılan savaştan galip çıkarak bir devri başlatmış oldu: Fetret Devri… Bu devir, kelimenin tam anlamıyla devletin yıkıldığı “on yıllık” bir zamanı ihtiva ediyordu. Yıkılan devletin geniş arazisinin oldukça geniş bir kısmını Timurluluar işgal ederken, onların işgali dışında kalan topraklarda da Bayezid’in Şehzade (düzmece) Mustafa dışındaki diğer oğulları, padişahlık iddiasıyla ortaya çıkmış, asıl düşmanlarını unutmuş ve birbirlerine düşmüşlerdi: Bunlar Musa, Süleyman, İsa ve Mehmet çelebilerdi. Çelebilerin her biri bir yerde, kendi devletçiğini kurma hevesiyle kardeşlerini mağlup etmeye uğraşırken, zaman aktı ve nihayet 1412’de Çelebi Mehmet, kardeşlerinin hepsini yendi ve yıkılan devleti yeniden ayağa kaldırdı, hatta buna ayağa kaldırdı değil de “kurdu” dersek, isabetli bir tespit yapmış oluruz; evet, kurdu…
Devletimizi yıkan ikinci fetret devrini 1914-1924 arasında yaşadık. Bu “Yıkık Devir” de tıpkı birincisi gibi yine on yıl sürdü. Bu devrin Timurlenk’i ise Birinci Dünya Harbi’nin İtilaf Devletleri, hususiyetle Anglo-Saksonların Birleşik Krallığı, yani İngiltere’ydi. Yıkılan devletin külleri üzerinde birbirini yiyen şehzade/çelebilerse İngilizleri arkasına alan Gazi Mustafa Kemal Paşa, Almanlar tarafından kayırılan Enver Paşa ve onunla aynı safa düşen, Rusya Kafkasya’sından geleceğini sandığı Yeşil Ordu’yu bekleyen Ethem liderliğindeki bir grup Kafkasyalıydı.
Bu savaşta Venizelos’un Yunanlarını bir “taraf olarak saymıyoruz” zira onlar, Birinci Fetret Devri’nde meydana gelen şehzade harbinde, Şehzade Mustafa mesabesinde bir rolün sahibiydiler. Yani “Düzmece” idiler, “…üzülüp” gittiler.
Gelelim “Üçüncü Fetret Devri”ne… Bu devir, henüz yaşanmadı çünkü henüz başladı. 17 Aralık 2013’ü yuvarlayarak Ocak 2014’ü başlangıç sayarsak, son fetret dönemi de on yıl sürecek ve 2013 Ekim’inde sonlanacak kanaatindeyiz. İki aydan beri sath-ı mailine girdiğimiz Üçüncü Fetret Devri’nin şehzade harbi kahramanları ise Erdoğan Çelebi ile Şehzade Gülen olarak kılıçları sıyırmış durumdalar. Bu kavgada, Prens Gülen’in arkasında İngiltere-ABD-İsrail Company teslisi durmaktayken, Erdoğan Çelebi ise yalınkat olarak veriyor mücadelesini. Türkiye, tarihinde ilk kez “bağımsız” 17 Aralık’tan beri. İşte, bu bağımsızlık Erdoğan’ı yalınkat yapıyor; arkasında hiçbir dış güç yok, sadece halk var.
Birinci Dünya Harbi’nin Anatomisi
Malumunuz dünya, 19’dan 20’nci yüzyıla geçmeye hazırlanırken, Avrupa’daki “arazi toplulaştırması” bahanesiyle değişime girdi. Üç yüz altmış şehir derebeyliğinden oluşan Germenler; 1701’de başlayan Sanayi Devrimi’yle medeniyeti ve dolayısıyla dünya liderliğini ele geçiren Majesteleri’nin İngiltere’sinin Kolonyalizm’i başlatması ve sömürge koleksiyonuna yeni ülkeler katarak (üç imparatorluk dışında, ki bunlar; Türk Osmanlı, Avusturya-Macaristan ve Rus Romanof’tu…) neredeyse dünyanın tamamının yakınına parselasyonunu yapması karşısında kabaran iştahını tatmin için “Kolonyalizm macerası”na girişmek istedi. Prusya liderliğinde bir araya gelen şehir devletleri, 1870 yılında Alman Birliği’ni kurdu ve Şansölye Otto von Bismarck adındaki bir prens de bu birliğe ebedi amacını göstererek, bu amacın birinci durağına “Ostpolitisch” adını verdi. Bu plânla sömürge avına çıkılacaktı. Aynı yıllarda bir başka ülkede de böyle bir uygulamayı hayata geçirnişti. Bu kez kurulan birliğin adı “İtalya Birliği” idi ve o da modaya uymuştu yani “sömürgenler kervanı”na o da dâhil oluyordu.
1701 itibariyle dünya liderliğini, 1699 yılında imzaladığı Karlofça Antlaşması ile elinden çıkaran Osmanoğulları’dan alan “Majesteleri”nin ülkesi, 1648’de aldığı bir kararla bir bakıma Osmanlı’dan kaçan Yahudi kodamanlarının “Dünya Krallığı” plânlarını, “Lüsiferik İbrani aklı”nı ve şimdilerde adına finanskapital denilen “yüksek maliye”sini, bir ortaklık potası içinde ele geçirince baş edilemez bir canavara dönüşmüştü. Onca memleketi envanterine dahil etmiş olmasına rağmen Majeste ve B’nai Brit lanetlileri arasındaki doyumsuz ortaklık, son üç imparatorluk konusunda da sürdürülüyordu. Kolonyalist atak, son demde üç beş sömürge kazanma telaşındaki Almanya ve İtalya’nın isteklerine şiddetle karşı çıkılıyordu. Bu yüzden, hava gergindi. Çok sürmedi ve bu gergin havayla savaş tamtamları çalmaya başladı. Devletler iki bölüme ayrıştı ve herkes safını belirlemiş oldu. İttifak (Almanya, Avusturya-Macaristan, Bulgaristan ve sonra Osmanlı) ve itilaf (İngiltere, Fransa, İtalya, Rusya, ABD, Yunanistan, Sırbistan…) devletleri böylece şekillendi. Ve herkesin beklediği kıvılcım, 1914’te çaktı: Habsburg Hanedanı’nın Veliahtı Ferdinand, Saraybosna’da bir Sırp terörist tarafından vuruldu… Bu kurşunla birlikte; dünya için dört, bizim içinse sekiz yıl sürecek savaş başlamıştı artık… “İçimizdeki Alman Timi”nin oldubittisi ile girdiğimiz savaş, İkinci Fetret”i performe etti. Yüz binlerce Anadolu evladı, maalesef ilk sadmede yıkılmış olan devletin enkazı üzerindeki birçok cepheye sürüldü ve “bahtsız ölü”ye sunî teneffüs yapmaya girişti. Bu girişim, dördüncü yılında ilk raundunu “ölüm ilânı” ile noktaladı. Sonra kalp masajı dönemine girdik. Kuşa döndürülen devletin kök hücresi, Anadolu’daydı ve kurulacak yeni devletin kimler tarafından kurulacağı mücadelesi başlıyordu şimdi. Yani yeni bir çelebiler/şehzadeler savaşının eşiğindeydik.
İkinci Fetret’in Timurlenk’i yıkımı bitirmiş, inşaat alanını da prenslere bırakmıştı. Daha önce belirtildiği gibi bu kapışmayı İngiliz ve Alman ekolleri yaptılar. Aralarında yerli bir damar yoktu zira fikirler savaşında yerliliği temsil eden “Osmanlıcılık”ın banisi Abdülhamit Han 1908’de hal edilmiş, 1917’de de hayatını kaybetmişti.
Birinci Dünya Savaşı’nın ikizi
Şimdi Birinci Dünya Harbi veya “İkinci Fetret”imizin iz düşümüne bir bakalım. Her ne kadar 2014’e gelirken belli başlı devletler ittifak ve itilaf olarak ayrışmadılarsa da ismi konulmamış bir rekabetin varlığını inkâr imkânsızdır. Bu rekabetin mücadeleye dönüşmesi için bir kıvılcım lazımdı; o kıvılcımsa Tunus’ta patladı. Tıpkı Saraybosna’daki suikast gibi, Tunus’ta kendini ateşe veren işportacının ruhu, Ferdinand’ın ruhu nasıl dünyayı dolaşıp Çanakkale’ye geldiyse, onun gibi aradaki bütün devletleri yıka yıka “işportacının ruhu” da dört bir yanı yaka yaka gezdi ve neticede Suriye’ye yani kapımıza dayandı.
Dünya Harbi’ne sokulmamız için plânlanan iki kaçak Alman gemisi Goben ve Brislav, bizi bir komplonun içine almıştı ve biz de zokayı yutmuştuk. Tıpkı bunun gibi “postmodern dünya savaşı”nın içine dahlimiz için bir sürü “mülteci gemi” komplosuyla karşılaştı ülkemiz. Hatay’da uçak düştü, Reyhanlı’da siviller katledildi, sınır tecavüzleri yaşandı… Suriye konusunun bidayetinde, “Suriye bizim iç meselemizdir.” diyen Hükümet, kendini çabuk toparlayarak “mülteci gemi”lere “Enverpaşalık” yapmadı. Lakin Almanya, yine “Ostpolitisch Germenliği”ni yaptı ve gizli teşkilatı BND ve art niyetli vakıfları aracılığıyla “Taksim kalkışması”nı başlattı. Şu an, “Gezi olayları diye tarihe geçecek vak’a, tam bir Alman komplosuydu ve yerli işbirlikçileri de bir mezhebin mensuplarıydı ve onlar, sığ görüş vedüşünüşleri sebebiyle piyon olarak kullanıldılar…” iddiası her yerde dolaşmaya devam ediyor. Bu olaylar, aynı zamanda “Yeni Savaş”ın ön muharebeleriydi ve 1. Dünya Savaşı’ndan önceki Balkan harplerine benziyordu.
Genel anlamda Türkiye, Balkan harplerinin mağlubuydu ve lakin “GeziTaksim savaşı”nın galibi olarak çıktı. Çapulcular, Prut veya Haçova Savaşı’ndan beridir ilk kez Anadolulularca hezimete uğratıldılar. Bu yenilgi üzerine Almanya, müttefiki İngiltere’ye “Ben yenildim, sıra sende…” dedi. Şimdi, topyekûn savaş başlıyordu yani dünya kapışması… Gezi’den malup çıkan Şansölye’nin imdadına yetişmek ve ilk savaşın galibine haddini bildirmek üzere Batı’nın büyük patronu Majeste sahaya indi. İşte, 17 Aralık’ta düğmeye basan Londra, aciliyet kesbeden işi ofisboyu olan ABD’ye havale etti ancak ABD’nin iktidarında Cumhuriyetçiler yerine Demokratların olması sebebiyle mezubahis iş, “One minute!” Mavi Marmara ve özür konularıyla Türkiye’ye lanetli bir hınçla dolu olan Tel Aviv’e ihale edildi. Böylece, Üçüncü Savaş’ın İtilaf Devletleri birliklerini resmi olarak deklare etmiş oldular tabi bu arada söz konusu birliğe Şansölye de katılmıştı. İşte, bu sebeple Türkiye ilk kez tek başına ve bağımsız olarak hareket ediyor, Erdoğan bir Evlad-ı Fatihan akıncısı gibi halkından başka herhangi bir güç tarafından desteklenmiyor; arkasında ne Şansölye var, ne Majesteleri… Ona sorarsan; “Bizim de Allah’ımız var!” diyor; o kadar.
Burada şu noktaya dikkat çekmek lazım: Birinci Dünya Savaşı sonunda, Anadolu’da kurulacak devletin taşeronluğunu Selaniklilere veren Majesteleri’nden, “Üçüncü yani Postmodern Fetret” sonunda kurulması planlanan “Yeni Devlet/Yeni Türkiye”nin ihalesini kimin alacağı önemliydi. Yani 1923’te kurulan “Lozancı Cumhuriyet”in derin devleti olan Sabetayist rolünü, şimdi kim üslenecekti; çok geçmeden o da belli oldu ve rolü, “Sahte Museviler” yerine bizzat “Hakikiler Museviler” sırtlandılar. 2023 ile 2123 arası için plânlanan Yeni Cumhuriyet organizasyonun patronu olmak az şey değildi Yedi Kollu Şamdan’ın sahipleri için zira içinde bulunduğumuz Yüzyıl rahminde, Arz-ı Mevud’un kuvveden fiile çıkması için atılacak en büyük adımı saklıyordu.
Yalnız bir pürüz vardı. Gireceği savaşı mutlaka kazanmak ve Davos “Van minit’inin öcünü almak niyetinde olan “Yedi Kollu Şamdan’ın ışığının aydınlanmışları bu sebeple işi Yahve’ye bırakmadılar. Büyük patrondan önce, silâh yardımı talebinde bulundular. Bu talebe karşılık, VaşıngtonUn hizmetindeki “Hizmet” Güneydeki Ülke’nin hizmetine verildi. İşte, yukarıda belirtilen taraflardan Erdoğan Çelebi, en azından 7 Ocak’tan bu yana, ayna gibi bes belliyken, yeni fetretin diğer tarafı olan “Prens Gülen” de belirlenmiş oldu.
17 Aralık’taki “Brütüs saldırısı”yla başlayan “şehzadeler savaş”ı sürüyor. Bu savaştaki ilk muharebe, 30 Mart’ta seçim sandıkları saldırısıyla sonlanacak. Seçimlerde alınacak sonuçlar, ikinci aşamayı belirleyecek ve bu, Cumhurbaşkanlığı seçimine dek sürecek. Birinci ve İkinci Fetret sonunda galip olan tarafa sponsor olan güç, kurulan yeni devlette etkinleşerek derin yapıyı oluşturmuş ve garip kalan toplumu, hususi terzihanelerinde kesip biçerek kendi hükümranlıklarına ram etmiş hatta bağımlı bir birlekteliğe mecbur kılmıştı. Şimdi, Üçüncü Fetret mücadelesinde de aynı kaderi yaşayacak olan Türkiye’yi de aynı yazgı bekliyor; önümüzde Yirmibirinci Yüzyılın yeniden detaylandırılmış yol haritası bekliyor.
Bir kez ve toplu olarak söylemek gerekirse, “Birinci Fetret”te şehzadeler, kendilerine destek veren devşirme paşaların güçleri orantısında yenmiş veya yenilmiş sonunda da emaneti götürüp Çelebi Mehmet’e teslim etmişlerdi; doğal olarak, “Yeni Osmanlı”yı şekillendirmek de o ve destekçi paşalarının tekelindeydi. “İkinci Fetret”te ise Almanistler kör kurşuna hedef olmuş, İngiliz atına oynayan Mustafa Kemal ve taraftarları mücadeleyi kazanmışlardı. Taraftarlar arasında, Majestelerinin yüce arzusu gereğince, Kriptojudik’ler başat rolü oynuyorlardı. Onların başat olduğu “Yeni Devlet yani Lozan Cumhuriyeti”nde aradan geçen doksan yıllık zaman diliminde, “İkinci Fetret’te galip çıkanlar ve onların “Co Starring”leri olarak bizim, “Selanikliler” dediğimiz Kriptolar, Anadoluluları (Türkmen, Kürt, Alevi…) mutlu edemediler. Ve geldik bugüne… Şimdilerde, yeni bir fetretle başka bir mücadeleye tanık oluyor Anadolulular. Bu kavganın tarafları olarak sahada, isimleri bayraklaştırılan “şehzadelerden biri, İngiliz atına oynayarak Mustafa Kemal’e, diğeri Anadolu’ya oynayarak Abdülhamit’e benziyor. Bir bakıma, “İkinci Fetret” başlamadan hal edilerek saf dışı edilmiş olan Abdulhamid, bu kez, “31 Mart Hadisesi”nde, “kardeş kanı dökmemek saflığı”na kapılmamış ve “çapulcuları” bir darbeyle darmadağın etmiş, galip bir güç olarak, savaşın değil milletin kaderini değiştirmek için, bayrağı kapıp meydana fırlamış görünüyor. Onun için diyoruz ki, bir kısım Anadolulular, anlamakta zorlansa ve kendilerine bir “sahip” arama telaşı içinde “İngiliz Muhibbi” veya “Amerikan mandacısı” hatta Alman dostları, “Yahudi de insan değil mi?” diyenler de olsalar, Anadolu’nun ana damarı, bu kez mavi değil doğal renginde, kırmızı akıyor; Anadolulular, “gerçek bağımsızlık” yolunda, inanmış müminler olarak “Abdulhamid”in yanında saf tutuyorlar. Galiba, bu kez Abdulhamid de inanmış kendi gücüne ki kanatimizce en önemlisi de bu.
Yol gider 2023’e
Bugün itibariyle “Postmodern Üçüncü Dünya Harbi”ndeki yeni Erdoğan, “Güneydeki ülke”nin fiilî desteğini alan karşı güce karşı önde gidiyor. 30 Mart’ta alınacak sonuç, ülkenin kader yolculuğunu iki ayrı güzergâhta devam ettirecektir kanaatimizce. Söz konusu iki güzergâh, AK Parti açısından alınacak olumlu veya olumsuz sonuçlara göre kuvveden fiile geçecektir. Eğer AK Parti, bu seçimden zaferle çıkarsa, rakiplerinin bozulan moralleriyle birlikte, “iman tazeleyen Anadolu halkı” bunaltıcı toz duman arasında, Nisan, Mayıs ve Haziran aylarını atlatarak öz şehzadesini yani Erdoğan’ı Cumhurbaşkanı yapacaktır. Ondan sonrası için 5+5 yıl müddetince “Çankaya Tahtı”na oturacak olan Erdoğan, nihai zaferi kazanmış olarak, 2023’te çok istediği sivil anayasayı Meclis’ten geçirterek ülkenin “yeni kurucu babası” olarak tarihe geçecektir. Bir süre önce, “Hedef 2023” diyen Erdoğan, ortaya koyduğu ideallerine ulaşacak ve dünyanın ilk on ekonomisi içine soktuğu devletin hayırla yâd edeceği sadrazam ve sultanlar albümüne girecektir.
Yok eğer; AK Parti, 30 Mart seçiminde olumsuz bir sonuç alırsa yani oy oranı yüzde otuz sekizin altına düşerse, yine birinci parti unvanına sahip olsa bile, kanaatimiz odur ki Erdoğan Çelebi, “Son Şehzade Savaşı”nı, göreceli olarak kaybetti demektir. Doğal olarak, her mağlup şehzade gibi onun sonu da “yay kirişiyle boğulmak” olacaktır. Bu durumda Şehzade Gülen, kendisine sponsor olan güçlerle el birliği yaparak “Yeni Lozancı Cumhuriyet”in temellerini atmak için harekete geçer; 10/24Ağustos Cumhurreisini ve akabinde hükümeti kurmak ona düşmüş demektir. Bu tür, “Lozancı Cumhuriyet”lerin tek ortak özelliği de ülkeyi “bağımlı” hâlede tutmak/getirmektir.
Leave a comment