Cihanşümul ve total bir inanç sistemi olan İslam’ın değişik varyantlarının olması imkân dâhilinde değil. Ancak bir kısım çevreler, “Türk Müslümanlığı” tabirini ısrarla kullanmaya devam ediyorlar. Bu ısrarcı tutumun amacını irdeleyişimizi yazının ikinci bölümüne bırakarak, söz konusu tabirin tutarsızlığını anlatmaya başlayalım.
Eğer yekpare bir karakteri olan monoblok İslamiyet içinde bir Türk Müslümanlığı unsuru varsa, buna bağlı olarak bir Arap Müslümanlığından da söz etmek şart olur. Bu durumda bu kategorizasyon sonlanmaz ve devam eder: İran, Kürt, Çerkez, Boşnak, Afgan, Urdu, Berberi Müslümanlığı… Yani İslam içinde yer alan tüm milletler, böylece kendi Müslümanlıklarını “icad eder” ve ısrarla sürdürürler.
Yukarıda saydıklarımız, tarih içerisinde İslam dairesi içine girmiş uluslar olup onların İslam tariflerinin kendi ulusal etiketleriyle isimlendirilmiş hâline işaret ediyoruz. Bir de yeni zamanlarda İslam’ı tercih eden gruplar var: Alman, İngiliz, Koreli, Japon… Ve bunun gibi yeni Müslim, ulus parçaları da biz eskilerin ortaya attığı geleneğe mi uyacaklar? Alman Müslümanlığı, Kore Müslümanlığı miasli… ABD’de İslam’la şereflenen ve özellikle yoğunluğunu siyahların oluşturduğu bir grup var: “Muslim National… Bunların inanç anlayışına da ABD Müslümanlığı denecek herhalde. Lakin bu mümkün değil zira onlar kendilerine “İslam Milleti” demiş zaten. Muslim National’un Türkçesinin, İslam Milleti olduğunu biliyorsunuz.
Aslında Müslümanlığın tarih içinde Sünnilik ve Şia gibi iki kalın damar halinde tarif edildiği malum. Bu iki damar da kendi içindeki mezheplerle anlam algılarını oluşturmuş durumda. Haydi, bu durumu Yüce Peygamber’in “Ümmetimin ihtilafı rahmettir” hadisiyle “zenginlik” olarak yorumladık ancak bu rahmet hâlini milletler üzerinden çoğaltmak ne kadar mantıklıdır?
Bilindiği gibi dinleri milletleştirmek eski bir illettir. Semavî dinlerin bozulmasında, Allah’ın bütün kullarının dinini “klan dini”, “soy sop dini”, “belde dini” veya “kavim dini” hâline getirmenin suçu büyük… Kavim/millet dini şekline sokulmuş semavî bir din, Musevîlik olarak hayatta ve böyle bir ırkçı sahiplenmenin ne kadar tehlikeli olduğu da ta… Bu yolun, “Musa ile Mısır’dan çıkış” olayından sonra yaşanan “altın buzağı ve Samiri” olayından bu yana, bütün insanlığa çektire çektire “zulüm yolu” biçimine evrildiği biliniyor.
Din bilginlerinin çoğu tarafından kabul edildiğine göre, bidayette ilahî bir din olma ihtimali güçlü olan Zerdüştlük’ün, dualist/ikici bir düzleme kayarak nasıl Persiyan bir din hâline geldiği de tarihin kaydettiği din-insan serüvenlerinden biridir. Zaten İslamiyet’in İran versiyonunun oluşmasında “Millî Zerdüştlük’ün” sinsi etkisini görmek mümkün.
Yeri gelmişken, şundan da bahsetmek gerekir: “Dağda millet yaratma” hevesindeki Kürdik taifenin, yarattıklarını sandıkları halka millî din olarak “Yezidilik’in” ardından Zerdüştlük’ü önermesi de tutmayınca, İslam’ın Zerdüşt anlayışı içindeki bir Kürt yorumunu alana sürecekleri anlaşılıyor. Bu da Kürtlerin ulusal dini olacaktır zannımızca ve adına da Kürt Müslümanlığını yakıştıracaklar mucitleri. Haddızatında 10. Yüzyılda Adi bin Müsafir adındaki bir Ümeyyeoğlu, dolayısıyla Katil Yezid’in torunlarından olan bir sufinin ortaya attığı Yezidilik’e inananlar, sadece birkaç Kürt klanıdır. Sünni kökenli Yezidilik inancı, eski başta Zerdüştiyan anlayışı olmak üzere eski İran dinlerinin katkısıyla bulandırılmış bir Batıni ekol olup aradan geçen bin yıl içinde, sınırlı sayıda dağlı Kürt tarafından benimsenmiş, ana gövde tarafından reddedilmişti.
Gelelim Türk Müslümanlığı tarifinin tutarsızlığına… Nedir bu “Türk Müslümanlığı”? Anadolu’da yaşayan, neredeyse tamamı itikatta Maturidî ve amelde Hanefî olan ve de Sünni olarak tarif edilen müntesipler mi, yoksa kendilerini “Ehli Beyt Muhibbi” olarak tarif etmiş olan Aleviler ve “Kerbela İnancı” mı oluşturuyor bu tanımı ve tanımın içeriğini? Kanaatimce ikisi de değil. Masum gibi görünen bu Türk Müslümanlığı kavramını ortaya atanlar, bir millî İslamiyet peşindeler ve dertleri ne Sünnilik, ne de Alevilik…
Doksan sene önce, Anadolu insanından biçimlendirilen “Ne mutlu”cu Türk tipi, şimdi de “Ne mutlu”cu Müslüman olmaya kanalize edilmek isteniyor. Söz konusu “Ne mutlu”cu inancın “çağdaş bir Yahudi inancı” ve buna inanan insanın da “asri Musevi” gibi olacağı kesin. Kendine has dini, kendine has cenneti ve millî azizleri olacak bir anlayıştan bahsediyoruz. Daha fazla açtırmayın kutuyu…
İşte, Türk Müslümanlığı konusundaki ısrarlı tutumun nihaî hedefi, iki üst satırda belirtemediğim ve kapalı kutuda saklı tutulan diabolik plânın bir sayfasıdır ve buraya özellikle belirtiyorum ki “Türk Müslümanlığının ne Alevilere, ne Sünnilere bir hayrı vardır.” Hususiyetle Alevilerin, bu kavramdan uzak durmaları kendi hayırlarına olacaktır.
Sonuç olarak dinleri milletleştirmek, inanca vurulan en büyük darbedir. Irkçılık kavramına dinî bir kılıf giydirmek olan bu tarif, dini din olmaktan çıkartıp bir ideoloji formuna sokarak onu siyasileştirir kanatindeyiz. Bu da inancı, onun insanüstü ve cihanşümul oluşunu, buna bağlı olarak hoşgörü ve barışçıl yanını yok ederek bir zulüm aracı durumuna getirir. Bu araç, diğer inançlara mensup kimseleri olduğu gibi kendi müntesiplerini de yok etme potansiyelini beraberinde taşır “ulusal nas’larının” arasında.
Şimdi, yazının en başına dönüp sadece ne milletlerin İslam’ı, ne de İslam’ın milletleri demeksizin, sadece “İslam Milleti” diyelim ve dahi hiçbir siyasî tat katmayarak yalnız “İslam” diyelim… Hepsi o kadar… İslam’ın başına kavim adı koyanları “ümmet” kavramının ne kadar rahatsız ettiği malum… Gördüğünüz gibi biz de “İslam ümmeti” demiyoruz; sadece İslam… Yalınkat İslam kavramı, ya da inancı tek ve ilk adıyla telaffuz etmek, zamanımızda çok önem kazandı zira “sıfatsız İslam” kalmadı; arsızlar, kendi sıfatlarını “Allah’ın İslam’ı”nın önüne takmadan rahat edemiyorlar herhalde. Hâle bakar mısınız? “İslam” kavramı tarih içinde, evvela “Şii İslam” ve “Sünni İslam” şeklinde iki kola ayrıştırıldı. Ardından “Heteredoks İslam” ve “Ortodoks İslam” ikilemesi geldi; buna bağlı olarak “Batıni İslam” ile “. İslam”dan söz edildi. Ya da “Sufi İslam, Şeri İslam”dan söz edildi. Yetmedi… Sıradaki geldi ve alt mezhepler, dinin öntakısı durumuna getirildi: Sünni İslam, Maliki İslam ya da Caferi İslam gibi…Yine yetmedi, tarikatlar da yarış dışı kalmadı ve onlar da İnanç’ın önüne geçtiler: “Kadiri Müslümanlar” ya da “Nakşi Müslümanlar” misali… Korkarım; bu “Deli Cesareti” bizi “Ahmet’in İslamı” ya da “Mehmet’in İslam” komikliğine kadar götürerek, dinin çok uzağına savurup atacak; eğer hâlâ savrulup atılmamışsak. Neyse…
Devam edelim: Milletlere has inanç biçimlendirme noktasında bizi, şu husus yanılgıya düşürmesin: İnsanların, başlarına Anadolu’da yemeni, Arabistan’da keyfiye, İran’da çar bağlaması İslamiyet’in işi değil; sadece, ulusların kendi yaşantı şartlarına veya coğrafyalarına uygun bir hayat biçimi belirleme çabasıdır. Bu, Karadeniz’de fındık, Arabistan’da hurma yemek kadar doğal ve dünyevidir. Yani fındık ve portakalın, hurma karşısında asla bir mukaddes taamlı hâli yoktur. Bu düzlemde, dini milletleştirme çabasındaki mukaddes taamcılar, kutsal kıyafet ve mübarek zatlar gibi “uhrevî dünyalıklar” oluşturma çabasındadırlar. Bu çabaların karşısında, çelik kuşaklı bir muhkem kapı gibi duran olgu ise İslam’ın kendisidir, Müslümanlar değil.
Öyle anlaşılıyor ki millî bir dine inanmak, ulus devlet içinde yaşayan Müslümanların gururunu okşayan etkenlerden biri olarak karşımıza çıkıyor ve kolayca taraftar buluyor. Ulus devletlerin can çekiştiği bir zaman diliminde “ulus devlet yanlılarının bir ulus dini oluşturma” ve paralel bir düzlemde hayatlarını sürdürme sinsiliğinin, masum bir tezahürü olarak, söz konusu kavram/kavramlar pazara sürülüyor. Bu bağlamda bu kavramın, ne Türk’e, ne de Müslüman’a bir faydası olmadığı gibi Kürt’e de Arap’a da, Afgan’a da hayrı yoktur. Milletlerin, dinlerle kurmaya çalıştıkları kavram ortaklığı, bidayette zarar etmeye mahkûm bir tere ticaretidir. Tereciye tere satmanın ya da bizim mahallede salyangoz dükkânı açmanın âlemi yoktur. Herkes, otursun oturduğu yerde ve sadece “Müslüman” olsun deriz acizane; olmayan da olmasın! İşte o kadar… Girilmek için o kadar çok din var ki: İsteyen Budist’te olur, Brahmanist’te. Olduğunda da Türk Budizmi ya da Anadolu Brahmanizmi yakıştırmalarını yapabilir; o da bizi “ırgalamaz,” varsa işin vehameti onu da Çinliler ve Hindistanlılar düşünsün.