Ana Sayfa Blog Sayfa 69

Laleli Deli Dede

0

Size Laleli Deli Osman Dede’nin öyküsünü anlatmak istiyorum. Anlatacağım olay XVII. yüzyılda geçmiştir. Osmanlı Devleti zaferler dönemini kapatmış duraklama ve gerileme sürecine girmişti.

Bir taraftan kapitülasyonlar, diğer taraftan kaybedilen topraklar, savaş masrafları ve batının baskısı devlet kurumlarında büyük buna­lımlar doğurmuştu. Şehzadeler, saray kadınları, harem ağaları, seyfiye ve ulema sınıfının ileri gelenleri arasında kıran kırana bir iktidar mü­cadelesi yaşanıyordu. Herkes kendi yandaşlarının iktidara egemen olmasını istiyordu. İktidar mücadelesinin merkezinde ise Valide Mahpeyker Kösem Sultan bulunmaktaydı. Sık sık tekrarlanan saray darbeleri siyasal istikrarsızlığın yanı sıra otorite boşluğu da doğur­muştu.

Bir zamanların en güçlü askeri örgütü olan Yeniçeri Ocağı bozul­muş ve zorbaların eline geçmişti. Kanunları hiçe sayan zorbalar, tüm esnaf örgütlerini ele geçirdikleri gibi kendi aralarında anlaşarak İstan­bul’u çeşitli racon bölgelerine ayırmışlardı. Halk can, mal ve ırz gü­venliğini bu zorbalara haraç vermekle koruyabiliyordu.

Her hükümdar değişiminde kapıkullarına cülus adı verilen yüklü bir ikramiye verildiği için, saray darbeleri ocaklının işine yarıyordu. Bu nedenle saraydaki muhaliflerle birleşerek darbeyi gerçekleştiriyor­lardı. Muhalefet iktidarı, ocaklı ise ikramiyeyi alıyordu. Sonuçta taraf­lar istediklerine kavuşurken olan halka oluyordu. Üretim tüketim dengesi bozulmuş, fiyatlar yükselmiş, elzem ihtiyaç malzemeleri ka­raborsaya düşmüştü. Hukuk ise yozlaşmış, iç güvenlik sistemi tama­men çökmüştü. Halk demir yumruklu bir kurtarıcı beklentisi içinde idi. Mevcut ortam çok geçmeden beklenen kurtarıcıyı doğurdu.

IV. Murat, tahta geçince saray entrikalarının kaynağı olan validesi Kösem Sultan’ı hapsettirirken sarayda uygunsuz işlere karışanların hepsini de idam ettirdi. Çok sert yasalar koyup içki içmeyi ve tütün içmeyi, gece sokağa çıkmayı yasakladı. Kendisi de sık sık kılık değişti­rerek halk arasına karışır, uygunsuz hareket edenleri bizzat cezalandı­rırdı.

IV. Murat yasalardan hiç ödün vermedi. Ülkede güvenliği sağla­mak için gereğinde kurunun yanında yaşı da yakarak birçok insan öldürdü. Fakat İstanbul’da düzeni sağlamayı da başardı. Padişah, yasaların uygulanmasında öylesine ödünsüz ve acımasız davrandı ki Murat adı korku ile özdeşleşir oldu. Sultan bir gün öğleden sonra kılık değiştirerek İstanbul’u teftişe çıkmıştı. O teftişini sürdüredursun, biz gelelim Laleli Dede’ye.

Laleli Dede, bugünkü Tayyare Apartmanı karşısında bulunan yaşlı bir çınar ağacının kovuğunda çıplak olarak kırk küsur yıl yaşamış bir insandı. Yaz-kış üzerine hiçbir şey giymeden anadan doğma dolaşırdı. Yörede oturanlar ve esnaf onun bu haline alışmıştı. Halkın yardımı ile yaşamını sürdüren Dede, giysi dışında her türlü bağışı kabul ediyor­du.

Teftişini tamamlayan IV. Murat Laleli’den geçiyordu. Bu çok nor­mal bir şeydi. Halk kendisini tanımazdı. Her gün yüzlerce insan bu­radan gelip geçerdi. Murat, Dede’nin yaşadığı ağacın önünden geçer­ken o zamana kadar hiç konuşmayan Dede, birdenbire bağırarak “Hey, Murat!” dedi. Dedenin bağırmasını duyan esnaf gayr-i ihtiyari ürkmüştü. Onlara göre Murat, ölümün adıydı, rüyalarında görseler hayra yormazlardı. Dede’nin Murat dediği adam ise pehlivan yapılı ve sert bakışlı yağız bir gençti, alışılmış tiplere pek de benzemiyordu. Bu genç, kılık değiştirmiş padişah olabilirdi.

Murat, kendisine ismi ile seslenen bu çılgın adama dik dik bakar­ken tekrar sesini yükselten Dede “Murat, dul ananı bana ver ve sen de kurtul millet de!” demesin mi?

Ortalık bir anda ıssızlaştı. Her tarafı bir ölüm sessizliği kapladı. Esnaf bu garip yolcunun Sultan Murat olduğunu anlamıştı. Sultan ise hiç konuşmadan sarayına döndü. O günden sonra halk, cellâtların gelip dedeyi götürmelerini bekledi durdu. Fakat hiçbir şey olmadı. Murat sarayına dönünce hastalandı ve bir süre sonra da öldü.

İlk Türk Futbolcular

Topla oynanan oyunlann varlığı çok eskilere dayanır. Tarihi kay­naklar, İslam öncesi Türk toplumlarında “çevgen” adı verilen ve at üstünde olunduğu halde ucu eğri sopalarla yerdeki topa vurularak oynanan bir oyundan söz ederler.

İslâmi dönemde ise başta futbol olmak üzere, top oyunlarına karşı pek sıcak bakılmadı. Kimi tarihçiler bu soğukluğun nedenini İslam Dini’nin futbolu yasaklaması ile açıklamaya çalışmış iseler de bu doğ­ru değildir. Çünkü İslâm Dini’nin ana kaynaklarından olan Kuran ve sünnette top yasağına ilişkin açık bir ifade yoktur. Bu durumda yasa­ğın dinle ilişkilendirilmesi, büyük ölçüde İslam tarihinde yaşanmış bazı olayların ve yerleşik hukuksal içtihatların yorumu ile ilgilidir. Örneğin İslam dünyasında, Hz. Muhammed’in torunu olan Hz. Hü­seyin’in Kerbela’da şehit edildikten sonra kafasının kesilerek düşman-lan tarafından top gibi oynandığı inancı yaygındır.

Bu olayla futbol arasında şekli benzerlik kurulduğundan bu tavır futbola olan ilgiyi olumsuz etkilemiştir. Yasağı savunan yorumcuların bazıları ise olaya pragmatik açıdan bakmaktadırlar. Bunlara göre on binleri sahalara çekip saatlerce meşgul eden bu oyunların belirgin bir yararı olmadığı gibi insanları ibadetten ve işten alıkoymaktadır. Buna karşın futbola duyulan büyük ilgiyi ise şeytanın insanları kandırması ile açıklamaktadırlar. Sözün kısası futbol yasağı Allah emri veya Pey­gamber kavli olmayıp tamamen kişisel bir yorumla ilgilidir.

Osmanlı ülkesinde ilk futbol oynayanlar, İngiliz vatandaşlarıdır. Bunlar İstanbul ve İzmir gibi büyük kentlerde görev yapan sefaret çalışanları, tüccarlar ve beraberindekilerdir. Daha sonra İngilizler’den etkilenen Osmanlı Devleti’nin gayrimüslim tebaasından Rumlar ve Ermeniler de futbol takımları kurdular. Futbol yasağı yalnızca Müs­lümanlar içindi. Bu durum uzun süre devam etmedi. Fuat Hüsnü, Reşat Danyal, Kemani Nuri, Fahri, Nureddin, Hafız Mehmet, Hafız Mustafa, Emcet, Şevki Bey, Tamburacı Osman Pehlivan gibi futbol aşığı gençler anlaşarak 1901’de bir takım kurdular. Zaptiyelere yakalanmamak için de kurdukları takıma İngilizce “Black Stocking” yani “Siyah Çoraplılar” adını verdiler. Böylece ilk Türk futbol takımı, bir yıl gecikme ile yirminci yüzyıla merhaba demiş oldu.1

Black Stocking ilk maçını Kadıköylü Rumlar’ın takımı ile yaptı. Maç bugünkü Fenerbahçe Şükrü Saraçoğlu Stadı’nın bulunduğu yer­de o günkü ismi ile Papazın Çayırı’nda yapıldı. Türk takımı yeni ku­rulmuştu. Rumlar ise daha deneyimli idi. Bu nedenle maç Türkler’in 5-1 mağlubiyeti ile sona erdi. Bu arada zaptiyeler maçın sonlarına doğru Black Stocking’in Türk takımı olduğunu anladıklarından saha­yı basarak oyuncuları tutuklamaya başladılar. Kaçanlar kurtuldu, yakalananlar ise doğruca karakola götürüldüler. Zaptiye amiri, adli­yeye gönderilmek üzere hazırladığı tutanakta suçun içeriğini “Karşı­lıklı kaleler kurup Rumlarla aynı elbiseyi giyerek top oynamak” ifade­leri ile açıklamıştı. Sonuçta yakalanan futbolcuların hepsi sürgüne gönderildi. Black Stocking’in kurulmasına önayak olan ve takımın kaptanlığını yapan Fuat Hüsnü Bey’in ruhundaki futbol aşkı sönme­mişti. Ne yapıp edip zaptiyelere yakalanmadan futbol oynamanın bir yolunu buldu. İngilizce’yi çok iyi biliyordu. “Bobby” takma adı ile bir İngiliz takımına girdi ve uzun süre oynayarak takımının yıldız futbol­cuları arasına katıldı. Çok geçmeden futbol yasağı yavaş yavaş gev­şemeye başladı ve nihayet II. Meşrutiyet’in ilanından sonra da tama­men kalktı.

 

Genç Osman

II. Osman (Genç Osman), (Divan Edebiyatı’nda ki adıyla Farisi) (d. 3 Kasım 1604, İstanbul – ö. 20 Mayıs 1622, İstanbul). 16. Osmanlı padişahıdır ve 95. İslam halifesidir.

Babası I. Ahmed, annesi Mahfiruz Haseki Sultandır. Mahfiruz Haseki Sultan Rum’dur. Sultan Genç Osman 14 yaşında iken, amcası Sultan Birinci Mustafa’nın tahttan indirilmesi üzerine Osmanlı tahtına oturdu. Annesi onun yetişmesi için çok titiz davrandı. Sultan Genç Osman iyi bir terbiye ve tahsil gördü. Arapça, Farsça, Latince, Yunanca ve İtalyanca gibi doğu ve batı dillerini klasiklerinden tercüme yapabilecek kadar güzel öğrendi. Genç Osman zeki, enerjik, atılgan, cesur ve gözüpek bir padişahtı.

Sultan Genç Osman, Fatih Sultan Mehmed devrine kadar yapıldığı gibi saray dışından, Şeyhülislam Es’ad Efendinin ve Pertev Paşa’nın kızları ile evlendi. Yavuz Sultan Selim devrinden itibaren padişah saray dışından evlenmediği için bu davranış önemli bir değişiklik oldu. Kendisine planlarını uygulayacak bir sadrazam bulamadı.

Tarihte eşine az rastlanır bir şekilde tahtan indirilerek, Yedikule zindanlarında boğularak öldürülen Sultan Genç Osman, babası Sultan Birinci Ahmed’in Sultanahmet Camii’nin yanındaki türbesine defnedildi. Tahta çıkar çıkmaz devlet erkanı içindeki üst düzey yetkilileri değiştiren, müderris ve kadıların atanma yetkilerini şeyhülislamdan alan Sultan Genç Osman çok yenilikçi bir padişahtı.

– Kaynak: Wikipedia

1. Ahmed

I. Ahmet (Osmanlı Türkçesi: احمد اول Ahmed-i evvel, Divan Edebiyatı’ndaki adıyla Bahdi) (d. 18 Nisan 1590, Manisa – ö. 22 Kasım 1617). 14. Osmanlı padişahı, 93. İslam Halifesi.

Babası Sultan III. Mehmed, annesi Handan Sultan’dır. Babasının vefatı üzerine 21 Aralık 1603’te Eyüp Sultan’da kılıç kuşanarak tahta geçti. Sultan I. Ahmet, Kanuni Sultan Süleyman’dan sonraki padişahlar içinde devlet işleriyle yoğun şekilde uğraşan ilk padişah olarak kabul edilir. Sultan I. Ahmet yakalandığı tifüs hastalığından kurtulamayarak 21 Kasım’ı 22 Kasım’a bağlayan gece 1617 yılında 27 yaşında vefat etti ve Sultanahmet Camii yanındaki türbesine defnedildi.

Saltanatında, hanedan veraset sistemini değiştirip kardeş katli yasasını kaldırmıştır. Yerine ailenin aklı başındaki en büyük üyesi padişah olur sistemini getirmiştir. Bu yeni yasanın, şehzadeler arasındaki rekabetin ve taht kavgalarının, taht için gerçekleştirilen kardeş katillerinin önlenmesi açısından Osmanlı tarihinde çok büyük önemi vardır.0