Yaş otuz beş, Dante gibi ortasındayız ömrün.” diyor Diyarbakırlı şair Cahit Sıtkı Tarancı. Birçoğumuzun bildiği hatta ilk dizesini darbımesel olarak kullandığı güzel bir şiirden söz ediyorum. Bu şiir ve sonrasında garip olan; tam da “Dante gibi ortasında”yken “ömrün” bizim şairin hayatını, bir hastane odasında noktalıyor olması. Yani Cahit Sıtkı’ya, ne yazık ki ömrünün ikinci yarısını yaşamak kısmet olmuyor. Bu bahtsız adam, her ne kadar ikinci yarıyı göremese de otuz beş yaş, insan ömrünün ortası ediyor; erken veya geç ölenlerimiz için de durum değişmiyor. Otuz beşte de kırkta da atmış ya da seksende de ölse insanın hayatının ortası otuz beşinci yaşı…
Âlemlerin Efendisi’nin ömründe de otuz beşinci yaşın çok mühim bir matematiği var. Söz konusu yaşa kadar O (sas), çöl yoksulu Halime’nin köyünde başlayan çocukluğuna Mekke’de devam ediyor… Bu arada, babasını ve annesini kaybediyor; amcası ile seyahatlere çıkıyor. Dünyayı, yaşamın gerçeklerini ve her ırk, inanç ve meslekten insanları tanımaya başlıyor; bu arada her saniye gözlem yapıyor, deneyim ve bilgi devşirmeyi sürdürüyor. Sonra içinde savaşların, Hılful Füdul dernekçiliğinin, kent yönetimine katkının da olduğu gençlik yılları… Tabi bu arada da “çiçek tozu” devşirme işlemi devam ediyor. Gençliğinde çoğunlukla O (sas)’nu, uzak memleketlere gidip gelen ticaret kervanlarında da bazen katılımcı, bazen de kervan başı olarak lakin hep “emin bir tüccar” unvanıyla görüyoruz. Yani ticaret hayatına, matematiğin şaşmaz oğulları olan rakamlar egemen; hesap yapıyor, hesap alıyor ve önce amcasına sonra işvereni olan hanıma hesap veriyor. Sayılar mühim O (sas)’nun için, dürüstlüğün, şaşmazlığın ve en uygunluğun çivileri gibi…
Bir yere kadar Âlemlerin Efendisi’nin diğer Mekkelilere ve yaşıtlarına benzeyen yaşantısının yol ayrımı otuz beşinci yaşı… Bu yaşla birlikte O (sas), otuz beş yıllık yaşantısını noktalıyor ve diğer Mekkelilerden ayrılarak bambaşka bir yola giriyor.
Âlemlerin Efendisi artık Hira dağında… adı daha sonra “Nur” olacak olan bu burnu som kayalık olan babayiğit dağ, bundan böyle onun yaşantısının odak noktası oluyor. Geleceğin Elçisi, sabah erkenden kalkıp azığını ve suyunu alarak eşiyle ve ev halkıyla vedalaştıktan sonra dağın yolunu tutuyor. Zorlu bir tırmanışın ardından zirveye çıkıp oradaki ancak bir adam sığacak genişlikteki küçük mağarasına yerleşen müstakbel peygamberin yeni işi tefekkür… Yani otuz beş yıl boyunca bir arı titizliğiyle biriktirdiği ömür malzemesini özümsemek… Yani usta bir plân dahilinde yaşanmışlığın gerçekliğini ve yaşanacakların ulvi argümanlarını harmanlamak… Ve bu çaba sırasında iç âleminin derinliklerinden yavaş yavaş uyanmaya başlayan “bambaşka” kişiliğinden abıhayat damıtmak… Yani hayatına ve hatıralarına masiva arkasına ait “baharatlar” katarak, mevcut malzemeyi yorumlamak, bal yapmak… Kısacası, içindeki kişisel kainatına dönerek, gizli ve maharetli bir el tarafından, önünde birer birer yol taşları döşenen “kozmik yolculuk”a çıkmak yani insani boyutu aşan çok farklı ve lahuti bir işe soyunmak… Bir bakıma O (sas), Mekke vadisindeki dağlardan bir dağdaki daracık bir mağarada bir başına geçirdiği ıssız zamanlar içerisinde, kendini ve tüm âlemi okuma temrinleri yapıyor olmalıydı. Hayatın, insanın, eşyanın, maddenin ve uçsuz bucaksız evrenin arkasındaki sırra erme dürtüsü O (sas)’nu, günlerce o kayalık ve kuru dağda tutmaya yetiyor da artıyordu bile. Hem de az buz değil; tam beş yıl yani kırk yaşına kadar… Artık O (sas), içindeki ve dışındaki kainatın sırlı alfabesini sökmüş ve okumaya başlayacak kıvama gelmişti. Doğal olarak bunun, farklı bir okuma olacağı kesindi. O hâlde bu işlem sırasında hangi harfi kullanacaktır? Hangi alfabeyi? Âlemlerin Efendisi, belki de günlerce, aylarca hatta yıllarca bunu düşünerek bakmış olmalı çevresine. Lakin yeni bir alfabe ve onun işaretlerini/işaretini oluşturmak o kadar zordur ki… Bu alfabenin, şimdiye kadar dünya üzerinde kullanılmış olan Mısır, Çin, Fenike, Roma ve Arap alfabelerinden hiçbirine benzeyemeyeceği kesindi; zira söz konusu işaret dizini, bir dünyalık ses şifrelemesi değildi, sırlarla dolu fenomenik âlemlerin derin gizeminin miftahıydı. İşte, bu nedenle zorlanıyor olmalıydı müstakbel Elçi.
Mevcut sorunu aşmasında O (sas)’na Cebrail adlı bir öğretmen yardımcı oldu. Ve sevgilimizin ilk defa gördüğü Nur Öğretmeni O (sas)’na; “Yaratan Rabbinin adıyla oku.” diyordu. Yani yaş kırk olduğunda alfabenin en sırlı harfi belli olmuştu; peygamberi hayatın bundan sonrasının şifre harfi/kelimesi: “Bismillah!”tı. Bir bakıma O (sas), hayatının meyve verme çağına; “Esirgeyen ve Bağışlayan Allah’ın adıyla…” başlama zamanına ulaşmış ve yeni öğrendiği “Bismillah!” şifresiyle, farklı bir zaman/zamanlar diliminin, boyutun/boyutlar paralellerinin kapılarını aralamıştı. Bir bakıma, şimdi asıl işine/mesleğine başlıyordu. Bir bakıma tüccar kimliği ve bu kimliğin gerektirdiği “onluk sayma sistemi”nden bir başka sayma sistemine terfi ediyordu; belki ikilik, belki de biz fanilerin bilemeyeceği bir başka sisteme… Tabir caizse Allahca’ya… Bu lisanda söz, kelam ve teminoloji yoktu, ruhlar arasında akan matematik olmalıydı ve bu matematiğin bir rakamının ifade ettiği sayıyı yazmanın, insani boyutta yazmanın imkânı yoktu hâlâ da namümkün… Zira matematik ötesi bir matematikten söz ediyoruz. O matematiğe en yakın dünya sayısı ikilik sayma sistemi olabilir ve onun da iki rakamı vardır hepi topu: Bir ve sıfır… Bir belli, O(sas)’nun ve hepimizin O’su; sıfır ise bizler… Varın anlayın gayrı O(sas)’nun beş yıl içinde söktüğü ilâhi matematiğin, aritmetik ve hendesik zorluğunu… Bu eğitim için tam beş yıl, ıssız bir dağda, belki de tüm “Levh-i Mahfuz”un teorik bilgileriyle haşır neşir olmak gerekmişti. Ve en önemlisi bunun için ömrün 35 ila 40 arasındaki dilimi gerekiyordu zira bu dilim olgunlaşmanın arefesi olarak çıkıyor karşımıza.
Söz konusu dilimin bize hissettirdiği şifre, ve ettiği tavsiye: Artık yeter çocukluk! Yaş otuz beş olmuşsa “Dante” gibi ortasındasınız ömrün ve ikinci yarının sonunda yaşayacağınız hasat mevsiminin ekim dikim hazırlığı için beş yılınız var, ondan sonrası için ne ekmişseniz onu biçersiniz. Ya onluk sayma sisteminin “İnsanca Lisanı” içinde dünyanın hay huyu arasında bocalar ve dünya basitliğinde bir hasata mahkum olursunuz. Ya da ikilik sayma sisteminin “İlâhi Lisan”a ait iki rakamının künhüne erersiniz: Bir ve sıfır… O ve sen… Söz konusu sayma sisteminin rakam sayısı sadece iki tane ancak kazanımları, değil onluk sistemle varsa binlik sayma sistemiyle bile ifade edilemeyecek kadar çok… Bu gerçeğe ulaşmak için insanın yaşının otuz beş olduğunda, mutlaka içindeki “Hira Mağarası”na misafir olması şart; hem de beş sene. Hira’ların ev sahibi belli, Nur Öğretmeni!
***
Birkaç zaman önce Amerika’da bir evlilik kuruluşu, yaptığı araştırmanın sonuçlarını açıklamıştı. Buna göre, evlenmek için en ideal yaş yirmi beşti. Ne kadar doğru bir tespit… İşte, Âlemlerin Efendisi’nin hayatındaki bir başka matematiksel mesajın doğrulanması bir kez daha hayata geçmişti hem de O (sas)’ndan ve O (sas)’nun evrensel matematik gerçekliğinden habersiz olan birilerinin emeğiyle… Biliyorsunuz; O (sas) otuz beşine kadar bilgi ve deneyim biriktirdiği, bu yaştan itibaren hayatın manasını anlamaya çalıştığı, kırkında çözdüğü içrek anlamın ışığında nübüvvet görevine/mesleğine başladığı gibi ümmetine bir işaret olsun diye yirmi beşinde de evlenmişti. Ardından da dünyevi hayata dair “Matematiksel işaretler” vermeye devam etti ve en sonunda atmış üç yaşında vefat etti.
İnsan için yirmi beş, otuz beş, kırk, atmış üç ve daha bir dolu nirengi yaşları birer hayat matematiği olarak duruyor önümüzde. Bu şifre yaşlardan ilk üçünü anlamak kolay da son rakam atmış üç… yani ölüm yaşı… sünnet ölümü… Diyeceksiniz ki kontrolü bizde olan bir şey değil ki ölüm. Doğrudur. İlla atmış üçte ölmek durumunda değiliz, ne zaman öleceğimizi ancak ve yalnız yüce Allah bilir. Atmış üç yaşına geldiğimiz halde (Etkisi çağımıza kadar uzanan Horasan Ereni, Yesili Hoca Ahmet gibi) ölmeyebilir ve kısmetse yaşamaya devam ettiğimiz de olur. Bu durumda ne yapmalıyız? Kolay! Atmış üç yaşına geldiğimizde ölmek değil lakin hayattan el etek çekmek yani “tekaüt” olmak bizim uhdemizde. Zaten Batılı ülkelerde de emeklilik yaşı buna yakın yani atmış dört veya atmış beş değil mi? İşte, bir başka “Peygamberi Hayat Matematiğini”nin doğrulanması da bu.
Sonuç olarak… Bu yazının ana fikri şu: Hayatı yaşarken “Peygamberi şifreler”e riayet edelim ki yaşantımız, iddialı bir düzlem üzerinde yürüsün; mutlu olalım.