Okuyacağınız bu öykü XVII. yüzyılda yaşanmıştır. Osmanlı Devleti, Lale Devri olarak tarihe geçen zaman dilimini yaşıyordu. Bir taraftan eğitim, kültür, teknik ve ekonomik ıslahatlar yapılırken diğer taraftan da savurganlık büyük boyutlara ulaşmıştı. Dönemin hükümdarı, şehzadeleri için görkemli bir sünnet düğünü tertiplemişti. İstanbul rengârenk süslenmiş bir masal dünyasını andırıyordu. Ülkenin dört bir yanından gelen işinde uzman gösteri sanatçıları halkı eğlendirmeye çalışıyorlardı. Bir zamanlar Hal Binası olarak kullanılan Haliç yakasındaki yere, saray erkânı ve yabancı konuklar için büyük bir platform yapılmıştı, insanlar Haliç’teki rengârenk yarış kayıklarını seyrediyordu. Başta padişah olmak üzere seyfiye, kalemiye ve ilmiyenin ileri gelenleri ile yabancı ülke temsilcileri platformda yerlerini almışlardı.
Birden garip bir şey oldu. Deniz sanki yarılmış, tüm insanların dehşet dolu bakışları altında yaklaşık otuz metre boyunda dev bir timsah belirmişti. Bu yaratığın gözleri alev alevdi. Ağız ve burnundan dumanlar çıkıyordu. Ortalık bir anda sessizleşmişti. Hiçkimse gördüklerine inanamıyordu. Bu gerçek olamazdı! Korkunç bir kâbus olmalı idi. Yaratık çok geçmeden Halic’in mavi sularına gömülerek gözden kayboldu. İnsanların neler olduğunu düşünmesine fırsat kalmadan yaratık korkunç görünümü ile yeniden su yüzüne çıktı. Bu sefer çok daha garip ve inanılmaz bir şey oldu. Canavar ürkütücü bir çığlıkla kocaman ağzını açtı ve seyredenlerin sıcaklığını hissettiği yılan dili misali uzun bir alevin ardından, nefti bir duman yayıldı etrafa. Duman tamamen kaybolduktan sonra canavarın ağzından çıkan birbirlerinden güzel rakkaseler aynı canavarın sırtında dansetmeye başladılar. Davetlilerde ve halkta korkunun yerini şaşkınlık almıştı. Rakkaseler gösterilerini bitirdikten sonra birer sıra halinde canavarın ağzına girerek gözden kaybolurken canavarın ağzı büyük bir çığlık ve uzun bir alevin ardından kapandı. Birkaç dakika sonra da koca gövdesi halicin mavi sularında kayboluverdi.
Sevgili okurlar, bu timsah hiç kuşkunuz olmasın dünyada yapılan ilk denizaltı idi. Tasarımını Tersane-i Hassa mimarlarından İbrahim Ağa yapmıştı. Bu yararlı buluş acaba niçin geliştirilmedi? Eğer bu türden basanlar sürdürülse idi hiç kuşkusuz Osmanlı Devleti dünya güçler dengesini lehine çevirebilir; belki de çok özledikleri Kanuni devri ihtişamını yeniden yakalayabilirdi. Fakat temenni gerçekleşmedi. Nedeni pek bilinmiyor. Bu konuda ayrıntılı bilgi ve belgeye sahip değiliz. Umarız geleceğin tarihçileri bunu aydınlatır.