Salyangozun sümüğünden, lohusa annenin eşi/plasentasından bile para kazandırmanın, kesip attığı tırnağı dahi dolara çevirmenin bir yolunu bulan Batı, nasıl oluyor da bir dolu internet hizmetini meccane veriyor? Dünyada, gün içinde yapılan milyarlarca e-posta, Batı’nın ürettiği kanallar üzerinde vızır vızır yolculuk yapıyor ve bunun için tek kuruş gerekmiyor. Hem bunlar öyle gönderiler ki her cümlesinin arasında stop diye yazdırılan üç beş cümlelik telgraf gibi değil, bir paragraflık sözel telefon hiç değil, bir sayfalık mektup mesabesinde de değil… Cilt cilt kitap; tomar tomar çizgi, grafik, fotoğraf hatta film… Bunca külliyat, saniyeler içerisinde muhatabına ulaştırılıyor ve “Anasını boyayıp babasına satacak” tıynetteki Batı, bir tek sent talep etmiyor bu hizmetine karşılık… Şaşılacak bir durum! Rüya gibi… Olacak şey değil ama oluyor. Olup biten rüya değil ve şaşılacak bir durum yok; her şey, gerçek yani sanal gerçeklik. Lakin oturulup kafa yorulacak bir durum.
Memlekete büyük bir sirk geliyor vaktiyle… Sirkin girişinde bir tabela göze çarpıyor; “Giriş bedava!” diye… Ahali, sevinç içinde sirke doluşuyor ve gösterileri izliyor; sıra çıkmaya gelince; onları, çıkış kapısında bir sürpriz karşılıyor. Sirkin patronu, kapının üzerindeki tabela; “Çıkış şu kadar liradır!” kaydıyla yapıyor yapacağını.
Evet, bu paragöz iblisler, tatlı tatlı yedirip acı acı geğirtmenin peşinde olmasınlar sakın! Galiba öyle… Şu an Batı Medeniyetinin derin mahfilleri, kaz umdukları yerden tavuğu esirgememenin cicim ayı cömertliğini yaşatıyorlar insanlığa. Kozmik Şeytanlar, ziyadesiyle derin ve büyük bir amacın peşindeler. Peki, ne olabilir bu amaç?
Hâlâ dilimizdeki pelesenk şeklini devam ettiriyor ve bizler çeşitli devlet millet ilişkisi karşısında; “Fişleme var!” diye diye feveran ediyoruz. Peki, nedir fişleme? Hepiniz biliyorsunuz; dediğimiz gibi daha çok devlet kurum ve kuruluşlarının, dar anlamda çalışanları; geniş manada vatandaşlar hakkında tuttukları bilinen saklı bilgi yazımları diyebiliriz fişlemeye. Yakın geçmişimizin üzerinde en çok tenkit konuşma ve yazmaların gerçekleştirildiği bir husus olarak “lanetli” bir kavram haline gelen fişleme, aynı anda bir dilemmayı barındırıyor kendi bünyesinde. Eğer kişiler hakkında bilgi depolama işlemini bir başkası, kurum ve kuruluşlar yapmışsa feveran eden insanlar, bu “kutsal” eylemlerini ayaklar altına alırcasına bir başka ortamda öz -hatta mahrem- bilgi ve görüntülerini bizzat kendileri depolamaya devam ediyorlar; Ben dahil, bu yazıyı okuma lütfunda bulunan sizler bile…
Bu iddianın maddi ve manevi boyutu var: Teknik olarak, her birimizin vücudu aynı zamanda kendini -ve gözüne takılanları- saniyesi saniyesine fişleyen bir mekanizmaya sahip… Öyle ki bu mekanizma, sadece iş ve oluşu kaydetmekle kalmıyor; düşünceyi de bir kalem olarak listeye ekliyor. Evet, teolojik düzlemde her Müslümanın inanmak zorunda olduğu “Omuz üstü Yazıcı/Kaydedici Melekler”den söz ediyorum. Tıpkı, çok gelişmiş iki dijital cihaz gibi işlem yapan Kiramen ve Katibin adlı melekler, insanın iş, oluş ve düşüncesini, müspet-menfi ayırımına tabi tutarak iki kanalda kaydetmeyi 7/24 sürdürüyor. Sadece Kiramen ve Katibin mi? Hayır! Vücudumuz –ve ruhumuz- komple bir cihaz gibi organ organ –hatta hücre hücre- kayda geçirme/fişleme işlemini bıkmadan yorulmadan sürdürüyor da sürdürüyor…
Ne için peki? Tabii ki günü geldiğinde yani “Mahkeme” önüne çıkıldığında aleyhine ya da lehine delil olarak kullanılmak için… Düzbastı fişlemenin uhrevi boyutu bu.
Fakir, aslında; “Gönüllü ya da bilerek fişlemenin dünyevi boyutunun altını çizmek istiyorum: Evet, fişlemenin dünyevi versiyonunun beyaz sayfaları elbette ki siber âlemde yer alan dijital ortamlar: Facebook, Twitter, Netlog v.s…
“Komplo Mevzuları”na meraklı olanlar bilir; bir zaman evvel yani insanların manuel ev telefonlarıyla konuşmakta zorlandığı yirmi yıl öncesinde, bir “Rockefellergile mensup Mühim Adam”ın; “Gün gelecek herkes, gönüllü olarak kendi kendini fişleyecek…” dediğini… Sonuç; o “Mühim Adam”ın dediği çıkmış durumda ve hepimiz “İş, oluş ve düşünce”mizi kayda geçirmek için adeta yarışıyoruz. Bunların arasında evlerinin her bucağına kamera sistemi kurup yirmi dört saat kendilerini “dikizletenler” olduğunu da biliyoruz hepimiz. Öyle ki yatak odasını bile… Gönüllü fişleme faaliyetleri, tam bir çılgınlık hâlini almış durumda… Kiramen Katibin’in görevlerini bizzat insanlık kendisi üstlenmiş durumda. Bu durumda “Yazıcı Melekler”e bile gerek kalmadı dense yeridir.
Yukarıda sözünü ettiğimiz “Mühim Rockefeller Adamı” tam isabet kaydetme yeteneğine sahip bir kâhin veya gelecek görücü müydü; nasıl bildi, en az yirmi yıl öncesinden bugünleri? İnsan hayret ediyor, değil mi? Hayır, şaşılacak bir durum yok zira o Mühim Adam, bir müneccim gibi hareket ederek geleceği okumadı sadece kendisinin de ait olduğu “Derin Klan”ın dip plânını önceden haber vererek saklı tasavvuru deşifre etti; hepsi bu…
Peki, söz konusu “Derin Klan”ın amacı neydi ya da ne? Neden böylesi bir “İnsanlık mühendisliği”nin peşine düşmüş; uzman istihdam etmiş, para yatırmış ve zaman harcamıştı. Yazımızın başına dönüp ekleyelim; neden, Klan’ın plânını hayata geçirdiği yakın yıllarda kurduğu köprülerden geçenlerden para tahsil ederek “plân”ını karlı bir yatırıma dönüştürerek para kazanmıyor da tüm hizmetlerini “meccani” veriyor? Kendi sevabına mı, ölmüş babasının hayrına mı? İlaveten; Klan, bu hizmetleri bedava vermekle kalmıyor, üstüne para verecek gibi yalvar yakar oluyor müşterilerine. Kimin hayrına?
Acaba; bidayette bu işler, devletlerin/hükumetlerin hayrına/yararına mı tasarlanmıştı? Yoksa…
***
Bu durakta kısa bir mola verip şöyle bir göz atalım istiyorum Hollywood dünyasına zira o dünyada olup bitenler, pek çok “derin soru”nun cevabını vermekte işe yarıyor. Soralım size o hâlde: “Flash Forward” dizi filmini seyrettiniz mi diye? Film, Amerikan ABC Kanalı’nda oynadı ve bitti. Seyredemeyenlerin çoğunlukta olduğundan yola çıkarak, kısaca söz edelim filmin sıra dışı senaryosundan: Film, Robert J. Sawyer’in aynı adlı romanından alınarak “Beyaz Cam”a aktarılmış. Küresel bir öngörünün canlandırılmış hali olan film, adına “Kararma Olayı” denilen olağandışı bir vaka ile başlıyor. Tüm dünyada ve aynı anda, 137 saniye hayat duruyor yani bütün insanlardaki canlılık alametleri donup kalıyor. Bu esnada, donmayan tek insani organ beyin… Beyinlerde bir nevi “Dejavu” sayılabilecek bir şekilde altı ay sonrasına dair birtakım olaylar yaşanıyor. Bir bakıma; Her beyine, sahibinin altı ay sonra yaşayacağı 137 saniyelik zaman dilimi önceden yaşatılıyor. Malûmunuz, benzer bir senaryo, birkaç yıl önce vizyona giren “Azınlık Raporu” filminde de canlandırılmıştı. Neyse biz dönelim tekrar “What did you see?/Ne gördün?” sloganıyla gösterilen filme. Filmde, “137 saniyelik gelecek download”unu yaşayanlar arasında, Los Angeles FBI’ından bir polis de var. Bizim polis, bu donma süresinde bir cinayete tanık oluyor. İşte; senaryo, bu polisin 137 saniyesine tanıklık ettiği “İstikbaldeki Cinayet”i çözme yolundaki gayretlerini işleyerek, seyredenlerine heyecanlı dakikalar yaşatıyor. Doğal olarak, aradaki donmanın kimse farkında olmadığı gibi polis de “137 saniyelik “kayıp süre”nin farkında değil. Ancak bir süre sonra polis, cinayet olayının “donma günü” değil, ondan altı ay sonrasında yani gelecekte bir aralıkta geçtiğini fark ediyor “Kararma Olayı”nın insanlar farkında değil lakin kameralar hayatta. Polis, donma esnasında, bir statta çekimlerine devam eden kameralardaki görüntüleri izleyince gerçek ortaya çıkıyor. Aynı görüntüler, polis müfettişine cinayetin ipucunu da veriyor; Kararma esnasında, stattaki tüm insanlar uyurken, yalnız bir kişinin uyanık olduğu görülüyor. Müfettiş, bu “Uyanık”a “Suspect Zero/Sıfır Numaralı Zanlı” adını veriyor ve zanlının peşine düşüyor. Filmin ondan sonrası klasik; konu, Amerikan polisiyesine dönüşüyor ve senaryo avantür tünellerinde akıp gidiyor. Bu anlamda sonrası yazımızın konusu değil; filmin bizi ilgilendiren kısmı, altı ay sonrasında işlenecek olan cinayetin failine altı ay öncesinde ulaşma ve müspet bir müdahale ile olayı gerçekleşmeden, gerçekleşemez şekle sokma uğraşısı…
Filmdeki bu müdahaleyi çeşitli adlarla etiketlemek mümkün hatta bu isimlendirmenin en banâli “Bir modern zaman masalı” şeklinde olanıdır. Kanaatimizce durum masal deyip geçiştirilmeyecek kadar mühim, oldukça “Derin” hatta “Ezoterik” bir anlamı haiz.
Fakirin, bu duruma verdiği isim yazımızın başlığında yazılı: Kader Klonlaması veya GDO’lu Yazgı… Zaten olayın ehemmiyeti de teolojik manadaki kaderle olan ilintisinde saklı. Yoksa bir polisiye kavram olarak “Olaylara önceden el katıp suçları işlenemez kılma” yüceltilecek bir masumiyet” taşımakta denilebilir ve bu masumiyet hepimizin gönlünü çelebilir. Ancak iş “Kader Genetiği”yle oynama düzleminde analiz edildiğinde, hususiyetle biz Müslüman’ların tüylerini diken diken etmeye yeter de artar bile.
***
Peki, kadere müdahale mümkün mü? “Flash Forward” dizisi ve “Azınlık Raporu” filminin üreticisi olan Hollywood akıldanelerine göre, evet! Diziden önce, “Kararma Olayı”nı kitabına konu eden yazar Sawyer’de konunun altını çiziyor ve çağdaş Jules Werne olarak çıkıyor karşımıza. Batılı Futuristler, “Bir şeyi gerçekleştirmeden önce hayalini kurun!” diye yol göstermiyorlar mı takipçilerine?
Biliyorsunuz bilgisayar hard diskleri birkaç sektörden, en az iki kısımdan oluşuyor. Bunlardan ikinci sektör, cihazın kullanıcısının “İcra-ı Computer” yaptığı alan ki kullanıcı bu alanda her türlü işlemi yapma, yaptığını bozma, yazma ve silme hakkına sahip. Sizin cihazı bilmem ama benim makinemde bu sektör “D/.” şeklinde adlandırılmış durumda… Birinci sektörün etiketi ise “C/.” kodlamasıyla belirlenmiş. Ne zaman ben “C” bölümüne girsem, beni bir uyarı karşılıyor: “Dur! Bu bölümdeki bilgiler silinemez, bozulamaz ve değiştirilemez! Lütfen derhal terke din bu alanı.” Eh! Ne yapabilirim ki ben, korkak bir adamım; hem “emir büyük yerden” olunca çaresiz apar topar kaçıyorum “C’ıs alanı”ndan.
Sözün burasında “Silinemez, değiştirilemez” ve “Emir büyük yerden” uyarılarının altını çizelim. Ve devam edelim konumuza… Gerçekten de “C” sektöründeki bilgiler üzerinde oynamak mümkün değil mi? Mümkün!
Bu durakta aklıma gelen bir argümanı da kaydetmeden geçersem yazık olur. “Root” nedir biliyor musunuz? Sözlük anlamı “kök” olan bu kelime, “ağaç kökü” olarak da kullanılıyor. Ancak “Dijital Âlem”de “var olan yazılımı müdahale yoluyla değiştirme, modifiye etme”nin karşılığı olarak ifade ediliyor. Bir de Jail Break var. “Jail Break” nedir peki? İngilizce’de “hapishaneden kaçmak” ya da “Kodesi kırmak” anlamlarına geliyor ve cep telefonlarının “Root”u sayılıyor. Bu arada “Root”lu telefonlar, garanti dışı addedildiği için arızalandığında, arızalandığıyla kalarak sahibini zarara sokuyor. “Root” android yazılımlarda kullanılıyor/uygulanıyor. “Jail Break” ise İphone’lerde kendini gösteriyor.
Kaçak telefonlara Root atılarak, üzerine “Klon İMEİ” çakılıyor ve cihaz çalışır hâle geliyor. Telekomünikasyon Kurumu, bu kabil telefonları “İMEİ’si klonlanmış telefon” olarak görülüyor. Fakat kayıt dışı cihazlar, kayıt altına alındığı için herhangi bir işlem yapmıyor.
Araya soktuğumuz bu örnekler, söz konusu “Gönüllü Dijital Fişleme”lerin hükümet organlarının faydalanması için hayata geçirildiğini ima ediyor. Ancak “Fişleme Ortamı” bizatihi devletlerin projesi olmuş olsaydı “Amenna!” fakat görüyoruz ki bu işlere para yatıranlar, “Resmiler” değil “Özeller…” Yani tüm amaçları, para kazanmak olan “Kapitalist sektör kodamanları” olduğu ayan beyan yazıyor künyelerde. O hâlde tekrarlaya geldiğimiz soruyu bir kez daha soralım: “Neden?”
Devam edelim: Yazımızın ortalarında şaka olsun diye yazdığımız, “Kiramen, Katibin’in görevlerini bizzat insanlık kendisi üstlenmiş gibi… Bu durumda “Yazıcı Melekler”e bile gerek kalmadı dense yeridir.” Cümlelerini bir daha kayda geçirelim ancak bu sefer “Şakacık”tan değil, kaşlarımızı çatmış olarak ve ciddi ciddi.
Fişlemelerin nihai işlevini, bir nevi “Kadere Müdahale” olarak etiketlemek mümkündür kanatindeyiz. Alışageldiğimiz, “Klasik ya da Islak Fişlemeler” ne için yapılırdı? Tabii ki bu tür bilgi depoları, “Bizden olanlar”ı karşı cepheden olan “Öteki”lerden ayırmanın en güvenilir yoluydu ve isminin altı mavi kalemle çizilenler, “bizden” kategorisine dahil olduğu için “hak etmediği” makamlara yükseltilirdi. Ancak üzeri kırmızı kalemle çizilmiş olan “Ötekiler,” gizli bir el tarafından kenara itilerek saf dışı edilir ve yarışmada elenen türdaşlarının çöp tenekesine yollanırdı. Veya hâlâ yollanmaya devam ediliyor. Aynı tavır, şimdilerde “İnternetin gönüllü fişlemeleri”nde toplanan “Özel Data”larla çok kolaylaştı. İnsanların –ya da memur ve amirlerin- “Kader-i Memurin”ine müdahale, “fişleme suçu” işlenmeden yapılmaya devam ediyor; dijital âlem üzerinden ve bir tıklık mesafeden. Üstelik yüzde yüz gerçek veriler olarak…
Bitmedi; “Gönüllü fişleme kanalları” şimdilerde daha vahim bir boyuta erişti: Nice zmandan beri; “Fişleme Kanalları” kullanılarak veya onların aracılığıyla toplumların kaderlerine hükmediliyor. “Dijital fişleme Ağı” sayesinde “Dijital Darbe”ler hayata geçiriliyor; “Arap Baharı” ya da “Ukrayna Kışı” misallerinde yaşanan devasa değişimlerin altına imza atılıyor.
***
Bütün bunlara rağmen; fakirin, bu yazıyı kaleme almasının nihai amacı veya işaret ettiği “Saklı Erek/Ezoterik Menzil” başka bir şey… Bir kere daha tekrarlayalım o cümleyi; “… Bu durumda Yazıcı Meleklere bile gerek kalmayacak…” Şu an, bu yazıyı okuma lütfunda bulunanların, ne kadar ciddi olduğumu anladıklarında “Yok daha neler!” dediğini duyar gibi olsam da iddiamda sabitim. Benim tek kabahatim, bu yazıyı haddinden fazla erken bir tarihte kaleme almış olmam yoksa “Hilaf-ı Hakikat” mevzularıyla zihinleri bulandırmak değil. İnanın!
Yazının erken bir tarihte kaleme alınmış olmasını, söz konusu “Ezoterik Hedef”e giden “Teknolojik Güzergâh”ın henüz prototipinin hayat bulmuş olmasıyla açıklamak mümkün. Söz konusu “Siber-bir bakıma soyut- Teknoloji’nin 2025, olmadı 2050, hadi o da olamdı 2100 yılındaki hâline dair bir projeksiyon yapın bakalım; ne göreceksiniz? Unutmayın ki “Soyut Teknoloji” henüz ilk yirmi beş yılını yarılamadı bile; on yıl içinde bu kadar yol alan bir “Diabolik Yolcu” aradan geçecek olan onar yıllarda nereden nereye gelir? Hayali zor!
Biliyorum, hayalinin zorluğuna rağmen, şu anda soruyorsunuz bana; “Nereye gelir Efendi?” diye… Cevap için yazının başlığına dönün, tekrar göz atın ve düşünün. Size zahmet vermeyelim ve bir kez daha kaydedelim başlığı: “Kader Klonlaması ve/veya GDO’lu Yazgı…”
***
Meşhur bir tamlama olarak hemen hemen hepimizin kullandığı bir darbı meseldir “İnsan denen meçhul…” Doğrudur; insan, kendisi için bir meçhul gibidir ancak bu bir postulat sayılmaz yani “Sorgulanamaz, ebedi bir gerçeklik” değildir; aksine, insanın meçhuliyeti” çözülmek için insanı kendine çağırageldi ve hâlâ devam ediyor daveti. Temel itibariyle “Biyoloji ve Psikoloji” ilimleri, “Meçhul insanı” bilinir şekle getirme disiplinleri olarak, bin yıllardan beri meraklıları kendine çağırıyor. Çağrıya uyanların katettikleri merhale, az buz değil; insanın bilinirlik sahası günden güne büyümeye/genişlemeye devam ediyor. Girdiğimiz 21. Yüzyıl, bu hususta oldukça verimli bir saha olarak göz kamaştırıyor. Yazının bu durağında kısa bir mola verip soralım: Evet, göz kamaştırıyor da “Gönül kamaştırıyor mu?”
İkinci soruya verilecek cevabın bir miladı var: 2000 yılı o milat… Milattan öncesi için sorunun cevabı “Evet!” lakin sonrası için kesinlikle “Hayır!” Haddızatında benim “Kader Klonlaması” başlığı altında “Dehşetengiz/delimsirek” bir yazı yazmamın sebebi de yukarıda sözü edilen “Gönül kararması”dır veyahut bu hususa dikkat çekme sorumluluğumdur.
İnsanoğlu, 1901 yılında ünlü fizikçi Max Planck’ın adını verdiği “Kuantum Fiziği” serüvenine başladığında teorik olarak, “Ezoterik Hedef”e kilitlenmişti; 2000 yılı ise, söz konusu hedefin pratiğe dönüştürülmeye yüz tuttuğu tarih olarak orada duruyor ve başında bulunduğumuz 21. Yüzyıl’ın bu işe hasredildiğinin tanıklığını yapıyor.
Şu meşhur ve teolojik açıdan nahoş fıkrada ne diyordu Yaratan; kendisine, “Yaratma raconu kesen” densiz bilim adamlarına ve daha ilk cümlelerin başında: “Durun! Yaratacağınız her neyse, onun hammaddesi olarak benim toprağımı kullanamazsınız!” Budur, densiz insanla Yaratıcı’nın toplantısının nihai noktası. O ziyaretten, “kös kös” dönen, densiz bilginlerin ruhu, inadından vazgeçmemiş olacak ki “Yaratıcı’nın toprağını” kullanarak petrole ulaştı, bu siyah sıvıdan plastik denen bir antidoğal/anatürel sahte metal üretti. Lahuti uyarıya rağmen devam etti “Tanrı’nın Toprağı”nı kullanmaya ve sahte metalin gelişmiş bir versiyonu olarak silikonu “Laboratuvarize” etti. Plastik, silikon ve bakır telin en uyumlu ve akıllı birlikteliğinin şifresini bularak çipleri/bilgisayarları, bir teknolojik ürün olarak kullanım sahasına sürdü. Bir maddesel ürün olan Computerler 2000 yılı itibariyle “Soyut alem”e el atarak “Ezoterik Hedef”in bir aracı hâline geldi/getirildi.
Şimdilerde Siber Âlem’de icra-ı faliyette bulunan bu bedeni somut, uğraşı soyut bir hilkat garibesi sayılabilecek olan bilgisayarlar, “Densiz Bilginler”in “Akıllı Bir Mahlûk Yaratma Projesi”nin slikon prototipidir haddizatında. Bilgisayarların şu anki “masum” hâli geçicidir ve şimdiliktir. Bundan sonraki birinci aşama, plastik silikonun yerini organik hammadde –yani et- nin almasıdır ve bu durum uzak değildir; “et giyinme operasyonu” çoktan başladı ve aşamanın laboratuvar kısmı hâlledildi. Bundan sonraki aşama ise organik hammaddeden yani etten üretilen bilgisayarın, nano teknolojik bir ürün olarak “minyatürleştirilmesi” olarak kapı eşiğimizde sırasını bekliyor. Serüvenin üçüncü aşaması ise bir hücre boyutuna indirilmiş “Mikrop ya da Tek Hücreli Bilgisayarların” insanoğlunun vücuduna yerleştirilmesidir.
***
Ey Allah’ın kulları siz; melekleri, insana benzeyen, fazladan kanatları olan varlıklar olduklarını mı sanıyorsunuz? Galiba öyle zira bu “Hıristiyanik melek tasavvuru” beynimize çakılmış gibi sanki bir türlü ezberimiz bozulmuyor. Bu ezbere dayanarak fakir, Kiramen Katibin Yazıcıları’nın adını zikredince, hemen aklınıza omuzlar üzerine, insan suretli apolet düğmeleri gibi bağdaş kurmuş, kucağındaki hacimli birer deftere, hokka ve divit kullanarak, bir nevi hususi vakaları kaydeden “Vakanüvis”ler geliyor değil mi? Gelmesin çünkü öyle olmasa gerek. İşin aslı, omuz bölgesinde ya da kafanın içinde, beynin sağ ve sol loblarının arkasında, yüksek kayıt kapasite hafızasına sahip iki hücre ya da hücre topluluğudur. “Yazıcı melekleri” diyerek izah edilen bin beş yüz yıl önceki İslami gerçeklik; hepsi bu… Yani benzetmek gerekirse tıpkı “Densiz bilgin tayfası”nın “Ezoterik Hedef’e ulaşmakta kullanacağı nano teknolojik bir hücreli bilgisayarlar” gibi…
Eğer, gerçek fakirin düşündüğü gibi olur da bir zaman sonra tek hücreli bilgisayarları “Yaratan” densiz bilginler, insan denen meçhulün, bir meçhulünü daha çözer, “Yazıcı Hücre”lere ulaşırlarsa ne olacak? Derununa “Korsan Kader Senaryoları” yüklenmiş yani virüslü yani fitneci, hücre tipi bilgisayarlarını “Yazıcı Hücreler”in yanı başına –yerine demeye dilim varmıyor- yerleştirmelerinden/Roof-Jail Break etmelerinden o çılgın şeytanları kim alakoyar?!
Cevap: Yüce Allah alakoyar ve her şeyin doğrusunu ancak o biliyor ve O’nun dediği oluyor. Bize düşen ise Kur’an’i bir tavsiye olarak, “düşünmek, akletmek,” akıl ve kitabi ilim sahiplerinin dikkatini çekmek; hepsi bu kadar.
***
Hay Allah! “Flash Forward” filminin ikinci kısmını yazmayı unutuyorduk neredeyse. Neyse ki hatırladık; o hâlde devam edelim: Kahraman polis, 137 saniyelik Kararma Anı’nın künhüne erdikten ve stat kameralarının kaydettiği görüntüdeki herkes donmuşken, türübünde dolaşan Sıfır Numaralı Zanlı’nın varlığını tespit ettikten sonra Newyork Emniyet, olayı çözmek için internet ortamında bir site açıyor. “Destini Spehere/Kader Küresi” adı verilen site, herkese yaptığı çağrıda insanların, Kararma Anı’nda yaşadıklarını yazmalarını istiyor. Çağrı karşılık buluyor ve pek çok insan, “Kayıp 137 Dakika”da yaşadığını dijital ortama taşıyor. Verileri toplayan Emniyet, derin bir elden geçirmeyle hatıraları eşleştiriyor. Fakat bu eşleştirme sonunda beklenmedik bir durum ortaya çıkıyor ve onlarca suç itirafı deşifre oluyor. Söz konusu “Hayali Suç”ların tespit edilmesi, mağdurların huzursuzluğuna neden oluyor lakin polisin, mağdurları altı ay evvelinden korumaya alması sebebiyle ortalık yatışıyor. Aynı tedirginliği yaşayan failler de polis gözetiminde tutularak, tahmin edilen suçları işlemelerinin önüne geçilmiş oluyor. Evet, filmin konusu kısaca böyle… Kıssanın hissesi ise eğer kader senaryolarına önceden ulaşılabilirse “Kaza”nın ortadan kaldırabileceği fikrini seyircilere zerk ediyor film. Aynı “zerki” mucit bilim adamlarına da yapmış olduğu için onları da “Kader Değiştirme” icatları yapılabileceği yolunda ikna etmeye uğraşıyor hatta bu konuda harekete geçiriyor. Böylece “Önce hayal et ki sonra icat edesin…” düsturuna, hayal ederek Hollyvood cihetinden yardımcı oluyor.
Son söz, Allahualem! Ve son uyarı, aman ha kaderinize mukayyet olun!
dizideki 137 saniyelik rüya meselesini okuyunca aklıma buna benzer birşey geldi. bunu yapmak için en az 3 kişi gerekiyor. 1. kişi rüyayı görecek olan diyelim, sırtını duvara yaslıyor derin derin 20 defa nefes alıp veriyor son nefesini tutuyor. 2. kişi 1. kişinin tam karşısında duruyor 1. kişi son nefesini tutunca 2. kişi iki eliyle 1. kişinin iki göğsünden tüm gücüyle bastırıyor. 3. kişinin görevi yere düşecek olan 1. kişiyi zarar görmemesi için tutması.
sonuç şöyle oluyor 1. kişi tuttuğu nefesi vererek olduğu yere yığılıyor 10 saniye kadar bir baygınlık geçiriyor, 1. kişinin uyanması farklı oluyor nerdeyim kimim ne yapıyorum kaç saattir yada gündür burdayım gibi sorularla etrafa nolduğunu anlamaya çalışan gözlerle bakarak uyanıyor. o baygın olduğu 10 saniyede gördüğü rüyaları yarım saat anlatabilir. çok denedik rüya görmeyen olmadı. neden nasıl böyle oluyor sorularının cevabını bilmiyorum.