Hayat, insanı şu kaynaklardan devşirmelerle biçimlendiriyor: Kadim öğreti, peygamberlerin kıssaları, ariflerin yaşamları, anneler ve babalar… Bunlar ve benzeri hikmet ve bilgi kaynakları, henüz “ümmi” olan insana, çıkacağı dünyevi ve kozmik seyahatine nereden başlayacağını ve bu hususi serüveni içerisinde hangi aşamalardan geçeceğini gösteriyor. Yolculuk esnasındaki her aşama, bir üst düzleme taşıyor insanı; “aritmeti ve geometri” anlamında. Her üst düzlem, format açısından başka oluyor, doğal olarak. Beden ve beden ötesi kodlar bile farklılaşıyor; adım adım ilerleyen bir aritmeti ve geometri yükleniyor kişiye ve babasının verdiği isim üstünde.

Dünya ve “öteâlem” arasındaki yolculuk esnasında hemen herkes, belleğindeki bir yol haritası varlığıyla iniyor dünyaya; bir de içbilgi dağarcığından söz etmek mümkün. Buna hayvanların dünyasında içgüdü adı veriliyor. Hayvanattan farklı olrak kozmik âlemin homo erektus seyyahının, yol haritasının her iki konağı arasında bir kitap okuması gerekiyor yoksa yolcuyu devindiren soyut dinamik çalışmıyor. O durumda “harici geometri” ilerliyor lakin “dahiliaritmetri” duruyor. Bu duruma bir örnek vermek gerekirse: Kişi ilerliyor lakin gölgesi son durağa takılıp kalıyor misali bir durum ya da gölge geriliyor kişi duruyor. En kötüsü; böyle durumlarda tek yanlı gelişen kimlik ve kişilik, bölünmüşlüğünün farkına varamıyor insan zira kimlik kişilik, yolculuğun koşut olduğu hâllerde, neler ve nasıllar olduğunun veya olmadığının bilgisine sahip değil kişi. Tecrübe eksik! Bu nedenle ne kazandığının ya da ne kaybettiğinin bilincinde olamıyor çoğu zaman insan. Bu gibi durumlarda sadece bir iç huzursuzluğu yaşaya gidiyor lakin nedenine dair bir keşfe sahip olamıyor.

***

ww2_cocuklar

İnsanın birinci dönemi ki ona, çocukluk deniliyor ve ortalama olarak dört yaşında başlıyor. Dört yaş ise bebekliğin bittiği, etrafta konuşulan dilin ihtiyaç ölçüsünde öğrenildiği durak. Uzmanlar, bebeğin ana dilini öğrenmeyi beş yaşına kadar tamamladığını söylüyor. Beyinde doğumla birlikte açılan ana dil öğrenme merkezinin, en geç beş yaşında kapandığını söyleyen uzmanlar, şunu da eklemeyi unutmuyor söylediklerine ve “Beş yaşına kadar yani anadil terminalinin açık olduğu kısa dilimde çocuğa, ana inancın dili de veriliyor.” Beş yaşına kadar anasının ülkesinin dilini ve inanç temelini öğrenen çocuğu, o yaştan sonra hangi yabancı diyarlara götürürseniz götürün sonuç değişmiyor ve çocuk “ana dil” ve “ana inanç” üzerinde sabit kalıyor. Ondan sonra öğrendiği dil “yabancı dil” ondan sonra öğrendiği inanç da “yabancı din” oluyor. Bu gerçeği sadece uzmanlar bilmiyor tabi. Saygıdeğer atalar da hakikati çözmüş olmalı ki “Ot, kökün üzerinde biter!” diyerek çağlar ötesinden işaret fişeği atmışlar günümüze.

Dönelim konumuza; “İnsanın hafızası da dört yaşından itibaren açılıyor.” diyor uzmanlar. Yani insan beleğinde, dört yaştan evveline dair hatıra kaydı yok; tüm hatıralar, dört yaştan sonrasına ait. Hatıra kaydı, aynı zamanda insanın “Küçük Evren” kitabını okumaya başladığı zamana ait bir devinim. İşte, yukarıda sözü edilen birinci kitap… Küçük evren de bizatihi kendisinin en temel kodları.

Sonra buluğ… Buluğla birlikte insanın önünde “Küçük Evren” kitabının ikinci cildi ortaya çıkıyor. Bu kitap, temel sual olarak “Ben kimim?” in cevaplarını veriyor kişiye ve kişi ergenliği bitirdiğinde kendisine dair temel bilgileri de almış oluyor. Ondan sonrası dünyayı ve daha sonra onun devamı olarak, evreni tanıma eğitimi şeklinde başlıyor insan hayatındaki yeni dönem… İşte, ikinci kitap da bu: Kainat Kitabı… Tümevarım metoduyla işliyor ders konularını ve kişi bununla birlikte; “Nereden geldim?” sualini işlemeye başlıyor içindeki tefekkür dinamiğini faaliyete geçirerek…

***

kurani_kerim

Sırada “Nereye gidiyorum? Suali ve bu sualin en net cevabını veren “Asıl Kitap” var… Tüm kitapların anası olduğu kuşku götürmez olan Kelam-ı Kadim’le tanışma yaşı, insanda “ana inanç”ın üzerine bina edilmeye başlıyor kişide tıpkı anadilin üzerine bindirilen milli edebiyat misali. O andan sonra küçük insan, çevresindeki yetişkinlerden, “ana inanç”tan evrilen dinin ritüellerini öğrenmeye başlıyor; tabii ki gözlemleyerek ilk önce. Akabinde teoloik terimler giriyor hayatına birer şifre naifliğiyle: Bismillah, İnşallah, Maşallah! Ve devamla ameller…

Kişinin buluğu kendisini tanımasının başlangıcı demiştik ya yukarıda… Oradan devam edelim: Bu dönem, aynı zamanda insan için kendi dışındaki bedenleri fark etme şeklinde de tezahür ediyor. Buluğ; bir, bedende iki, beyinde yaşanıyor. Kişi ilerleyen yaşlarda, ortalama on sekizde beynini ve beyinsel fonksiyonların nasıl kullanıldığıyla alakalı kodlamaları öğrendiğinde iyi ve kötüyü de fark etmiş oluyor. Bu iki kavram, hayata hangi makastan devam edeceği sorununu da beraberinde getiriyor.

İyi ve kötü… Her iki model de yer tutuyor dünya hayatında; her insanın yaşantısında da hakeza… Kişinin rol model olarak iyi olanı seçmesi fıtri yatkınlık nedeniyle olup her insan, ilk seçimini iyi ve güzel olandan yana kullanıyor doğal olarak. İyiyi seçme hususunda insanın bir çaba sarf etmesi gerekmiyor zira el, lahuti bir refleks olarak hep iyiye uzanıyor, göz iyiye bakmayı tercih ediyor, burun iyiyi kokluyor, dil iyiyi tadıyor, hepsinin bidayetinde beyin iyi-güzel ve doğru düşünme hususunda doyumsuz bir iştahla dolu ve teşne. İyi-güzel ve doğrunun tersi olarak kötü-çirkin ve yalan noktasında müthiş bir vehbi direnç var insanın hilkatinde; bu sebeple kötü-çirkin ve yalancı olmaya karar verme ve öyle olma sürecinde bir iç mücadeleden geçen insan, kendi beynine ve tüm hücrelerine basa basa ikinci yola yani negatif güzergâha evrildiğinde “tozlu yolda gider gibi” ilerleyemiyor. Her seferinde iki ayağı gidiyor, bir ayağı geri çekiyor kendisine emanet edileni yani bedenini, hayatını ve hilkatini… Bu aşamada kişinin alnacında belirip belirip kaybolan bir yanar döner sual var: “Nereye gidiyorum?” Soru zorlu, cevap yitik…

***

Burada bir başka kitap gerekiyor belki de… Rol model dedik yukarıda… Elbette annesi, babası, yakınları ve çevresi model olarak yetiyor insana lakin bunun da bir sınırı var. Babasının, hiç yalan söylemediği kanatini taşıyan çocuk için “hiç yalan söylemeyen”in ilk yalanını yakaladığı anda, her daim kendini takip eden “içgölge”sinin muhkem burçlarından biri yıkılmış demek oluyor; bu gürültünün kaynağı o zelzele… Çevresindeki hiç kimsenin haram yemediğine inanan bir çocuğun ikinci burcu, hırsızlık yapan yakınını “iş üstünde” yakaladığı anda göçüyor, hem de daha büyük bir gürültüyle. Ve tamiri gayri kabildir o burcun; zaten uzmanların travma dedikleri durum da bu oluyor.

yalnizlik_1

Aslında kişi, sırça sarayının burçlarının gün be gün yıkıldığını göre göre büyüyor. Her bir burç yıkılması, insanın bizatihi kendi ustalığıyla öreceği öz kişiliğinin de inşa dönemi sayılıyor. Ancak bu kimlik kişilik inşası döneminde, geometrik örgü için malzeme kıtlığı had safhada bulunuyor. İnşa anında, mimaride de özgün olma sıkıntısı gözleniyor. Bu aşamada taktik sual o kadar çok ki; idealdeki nasıl bir yapı, geometrisi ne biçimde, matematiği kaça kaç?

İşte, bu dönemdir ki salt Hakikatin Şahikası olan bir öndere ihtiyaç duymanın da doruğunu yaşatıyor insana. İçten bir ses, zamansız bir takvimde kodlanmış ve kendi otomatiği içerisinde, duyuruyor kendini; “Öyle biri vardır, olmalı… Yani Hakikat Şahikası…” Gerçeğin Doruğu”na olan şaşmaz inanç olarak bu postulat da hilkatten kaynaklanıyor ve her “içikiz” bu inancı beraberinde taşıyor dünyaya. Aslında kişinin sürekli rol model kopyalaması da bu iç arzunun bir yansıması olarak nitelenebiliyor uzmanlarca. Artık taklit edilen her model, yıkılacağı ana kadar “enmodel” oluyor insan için; çocuk ya da genç ve yetişkin fark etmiyor. Bu arayış “asla yıkılmaz”a ulaşıldığında son bulacaktır da, bir arka bilgi olarak takip ediyor insanı. O nedenle “umut”tan umudunu kesmek de yasak insan için. Umudun kesildiği yer, yaşamın da durduğu durak haddizatında; kişinin “dışgeometri”si ilerlese de o durak, “içaritmeti”sinin durduğu “yitik nihayet” oluyor. Görünür piramidi, bir hastanede eks olduğunda anlıyor olsa gerek insan, “soyutgölge”sini çok gerilerde yitirdiğinin. O andaki duygunun dünyadaki örneği; uzak bir şehirde, anavatana gidecek tren istasyonunun bilet gişesine vardığında cebinde cüzdanını bulamadı anda yaşadığı “bittim ben” duygusu olsa gerek kişi için. Öylesine bir terk edilmişlikten söz ediyoruz; sınırsız bir evrende yalnız ve tek başına, başka bir Allah’ın kulu yok etrafta.

***

Temel kitaplardan bir başkası da zamanı geldiğinde açıyor sayfalarını… Hangi kitap mı? “O Kitabı” diyebiliriz O’na. Biliyor musunuz; Hazreti Efendimiz, asla kendisi için yaşamadı ya da yaşamış olamaz dar-ı dünyada. O tam bir “örnekleme” ömrü geçirdi yaşadığı medeni kentte. Yani O’nun her anı, o kentte, ilahi bir proje olarak, ümmetine örnek olmak üzere “kaderlenmiş”ti. Çocukluğu, gençliği, yetişkinliği ve oturması, kalkması, yürümesi… Onun hayatı, takipçileri tarafından okunacak bir “Yaşamın kılavuz kitabı” gibiydi. “Ümmetin küçükleri nasıl bir çocukluk geçirmeli?” diye bir soru sorulacak olursa cevap kolay! Hayat-ı Nebi’de verilmiş veciz bir karşılıktır ümmetin karşısına çıkacak olan. Genç adam nasıl bir hayat yaşamalı? İnsan ne zaman evlenmeli ve evlilik yaşantısını nasıl dokumalı? Ticaret hangi kurallar dahilinde olursa Allah, o yaşanmışlıktan razı olur? İnsan-dünya alakası hangi kodlamalar üzerine kurulmalı? İnsan-insan ilişkisinin geometrisinde ideal olan nedir? İnsan-doğa… Ve bunlar gibi binlerce sorunun cevabını havi bir “külliinsan” duruyor önümüzde. Evet, o bir proje belki de hatta kesinlikle Külli İrade tarafından murad edilmiş bir proje… Onun için O, kendince bir hayat yaşamadı diyoruz; O’na, her insan kendi hayatına yön vermek için ihtiyaç duyduğu cevabı bulsun diye bir “Projekader” yaşatıldı.

Mekkenin Fethi

Ona ait bir gerçeklik ve nakil olarak Hadis… Efendiler Efendisi’nin binlerce konu hakkında buyurdukları olarak biliniyor Hadis ve derlenmiş binlerce Hadis, tam bir Külliyat olarak kayda geçirilmiş şekilde ve zamanımıza kadar yaşamış durumda. Sadece sözleri değil Hadis olan, Kainatın Efendisi’nin; tüm hayatı da aynı zamanda bir hadis hazinesi… Yaşadıkları, yaptıkları, ettikleri… Yani O, bir “Hadisinsan…” Mübarek hayatına da “Hadishayat” dense yeridir.

Elbette binlerce Hadis içerisinde, mevzu olanları da bulunuyor; bu anlamda, yirmi bin hadisten sadece on iki bini sahih diyenler de, bu sayıyı artıran ve eksiltenler de var konunun uzmanları arasında. O hâlde neyi nasıl seçecek, kitapları okuya okuya rotasını tayin eden şakirt hayat denizinde? Yukarıda ne denmişti, hatırlıyor musunuz? Hatırlatalım; “Hilkat, iyi-güzel ve hakikate yatkındır.” değil mi? En kısa ve basit tarifle “Külliyat” da Kutsal Kitab’a ve hilkate aykırı durmayan her söz Hadis’tir ve bunun terazisi elbette Kur’an ve akıldır. İlk andaki okumada, akla uygun düşmeyen sözleri hilkat de kabul etmez haddizatında; yalan ve yanlıştan insanın ruhu ürperir ve kişi bunu yüreğinde hisseder kesinlikle. Böyle durumlarda okunanda şüphe var demektir ve derlenmeden geçilir. Bununla birlikte bu durakta soluklanıp “Kur’an’a ters düşmeyen ve akıl kantarının topuzunu kaçırmamış her söz, Hadis midir?” diye bir soru sormak mümkündür. Ve cevabı hayır şeklinde verilir bu sorunun. O tür sözlerin vebali uydurandadır, okuyanda değil.

***

Geriye dönelim ve konuyu, arkada bıraktığımız bir aralıktan devam ettirelim: Yakından uzağa doğru gün be gün yaşadıkları arasında rastlanan her negatiflik karşısında “içbinası”nın bir duvarı ya da bir burcu devrilen insan, kalan ömrünü viranelikler içerisinde mi geçirecektir? Hayır, bu mümkün değildir; kişi yıkılan her duvarını yeniden ve bizzat kendisi yapmak durumundadır. Zaten böyle bir çalışmayla ortaya çıkan yapı “muhkem”dir ve “tahkiki yapı”dır; böyle bir iman da “tahkiki iman” tarifiyle adlandırılır. Bu anlamda, bir önceki yapının adı da “taklidiyapı” olur ve en doğrusu, onun yıkılmasıdır.

İşte, bu yıkılma ve yeniden inşa edilme aşamalarında kullanılacak malzeme ve uygulanacak plân el yordamıyla olmamalı diyor bilenler; eğer olursa tekraren yıkılmaya mahkûm bir “taklidiyapı” ortaya çıkmış oluyor demektir. Böyle bir akıbeti önlemenin en kestirme yolu, kişilik mimarisinin teorik kitabı Kelam-ı Kadim, pratik kılavuzu da Hadis-i Resul’dür. İşte, iki temel kitaptır bunlar ve yazıya geçirilmiş olarak, kozmik okyanusta yol alan sefinenin bir ambarının raflarında durur da durur.

***

Bu anlamda kişinin ana inancının üzerine bir “Kur’an Bilinci” ve bağlı olarak bir “Hadis Bilinci”nin yerleştirilmesi elzem sayılıyor. Atalarımızın “Kırk Hadis” adlı çalışmalarının temelinde yatan “Kırk Hadis Ezberleyen”i bekleyen pozitif kazanımlara işaret eden Hadis, tam bir deniz feneri hükmünde yerini almış Külliyat’ta. Ona bağlı olarak, zaman içinde pek çok sayıda “Kırk Hadis” neşriyatı yapıla gelmiş. O neşriyatın her biri, ayrı bir hazine hükmünde olup Hadis Bilinci’nin oluşturulmasında kutup yıldızı değerinde olma hâli de yadsınamaz bir gerçeklik olarak kabul görüyor. Evet bunca risale, elbette yolcunun kılavuzu olma özelliği ve işlevini deruhte ediyor lakin o risaleleri kaleme alanlar gibi herkes, de kendi “40 Hadis”ini oluşturmalı kanatini taşımaktayız. Belki de yolcu için en doğru olanı da budur zira her beyne üşüşen sorular, her bedenin ihtiyaçları, her mentalin eğilimler farklı farklıdır. Bir Sahih-i Buhari taramasıyla şekillendirilecek “Hususi 40 Hadis” risaleleri, hem Hadis Bilinci’nin oluşmasında hem de şahsi hayatın yönlendirilmesinde takdire şayan bir davranış olur diye düşünüyoruz. Bu aynı zamanda “Kitab”dan kitab çıkarma olarak da adlandırılabilir. Ki bu kitab, bir defter sayılır yani Kitab’ın kardeşi yani defter… Defterin özelliği ise “interaktif” bir kitab olması. Eğitim uzmanları bilir ve söyler; “Öğrenmenin en iyi yolu yazmak.” diye. Burada işaret edilen, defter olup onun da şahsi bir kılavuz kitap olduğudur.

***

Sonuç olarak: Elbette, dünya hayatında durur gibi yaptığı hâlde kozmik bir yolculuğun seyyahı durumundaki yolcudan istenen “Kur’anî bir hayat”tır zira böyle bir yaşantı, rızayı elzem kılan ideal bir ömürle atbaşı gitmektedir. Hayatın, Kur’an’a mugayir olmayışı, bedenin içgölgesini beraberinde taşıdığı anlamındadır; işte, o iç gölge ruhtur ve onun da ayak sesleri vardır. Kişi ruhunun ayak seslerini duyuyorsa bu durum, murad edilen yol arkadaşı, kendisini terk etmemiş demektir ya da ruhun gemisinin kılavuzu olan kitaplar okunmuş ya da kılavuzlar kullanılmış ve güzergah, “anavatan”la ilişkilenmiş anlamındadır.

dusunen_adam

Yukarıda Kur’anî bir hayat dedik ya… Aslında Kur’an, çağlar üstü yapısı gereğiyle zaman zaman sembolik anlatımlara yer vermektedir. O Kitap, hayatın her anını ve her zamanını, mesela “miras hukuku” açıklığında zikretmemiştir; evlilik ve nikâh konusu da son derece yalın ve nettir ancak pek çok hayati hususun yeterince açıklıkla anlatılmadığı görülmektedir. O hâlde, yeterince ve açıklıkla anlatılmamış hususlar düzleminde Kur’anî bir zafiyetten söz edilebilir mi? Haşa! İşte, o gibi durumlarda Hazreti Resul’ün an be an, sahabece kayda geçmiş yaşantısı ve daha sonra derlenmiş Hadisleri, yegane müracaat argümanı olarak devreye girer. Haddizatında, yukarıda da zikredildiği gibi Efendiler Efendisi’nin hayatı ilahî bir proje olup bu projenin hedeflerinden biri de onun ömrü içerisinde Kur’an’ı yaşayan hâle getirmek murad edilmiş olmalı. İşte, onun için Hazreti Ayşe; “O yaşayan bir Kur’an’dı” diyor.

O hâlde ümmete düşen, “Yaşayan Kur’an olan”ın hayatını ve hadislerini kırkarlı demetler biçiminde elden, gözden, gönülden geçirmek olmalı. Tabi sadece geçirmek olmaz, asıl olan ruha nakşetmektir. Ancak o zaman insan insan olur; ümmet de ümmet… İdeal insan, kozmik yolculuğu esnasında her durak arasında ihtiyacı olan kılavuz kitabı, yol üstü raflarında alan ve seyahatine onun kılavuzluğunda devam eden insandır. İdeal ümmet de “Kitapümmeti” dir. Hayatın pratikliği içinde kodlanmış Küçük ve Büyük Evren Kitapları ile kayda geçirilerek, kişinin işini kolaylaştırmış olan Kutsal Kitap ve Hayat-ı Resul, kozmik yolculuğun olmazsa olmaz kılavuzları sayılır. Bu kılavuzlardır ki ideal insan ve ideal ümmet inşasının yegane argümanıdır. İlk ikisi için anahtar, “seyr ve tefekkür,” son ikisi için “İkra ve tefekkür” metodu gerekmekte olup burada kullanılan tefekkür kavramı, ruhun atıdır. Allahüalem!

Twitter : https://twitter.com/a_yozgat - Facebook: https://www.fb.com/Ahmet-Yozgat-125248547525424

Sohbete Katılın

1 Yorum

  1. hocam köleliği islama reva gören kurumsallaştıran kitabta olmayan recmi islama sokuşturan adamların hangi hadisine inanayım siz söyleyin. hadisler yolu ile paralel bir islam dini kurdular adamlar

Leave a comment

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.