Twitter Soru-Cevap bölümümüzde sevgili Hasan Bozkurt’un bir sorusu var.
NOT: DerinDunya (@www_DerinDunya) ve Ahmet Yozgat’ın (@a_yozgat) Twitter hesaplarından derlenmiştir.
01-Kıymetli kardeşlerimden Hasan Bozkurt diyor ki: "Sevgili ağabeyim. Son videonuzu ilgiyle izledim.
— Ahmet Yozgat (@a_yozgat) July 28, 2016
“Ergenekoncularla ilgili tespitiniz, tam da aklımdan geçen tehlikedir. Size ilaveten, nacizane düşüncem şudur ki; Sahayı Ergenekonculara terk etmek Kurtuluş Savaşı’ndan çıktığımız günlere geri dönmektir. Çok daha derin bir uykuya yatırılmaktır. Saygılarımla…”
Ve devam ediyor Hasan: “Rusya, Almanya, Amerika, Fransa, İsrail ve daha birçok mel’un devlet, ülkemiz üzerinde yüzyıllardır alçakça oyunlar oynuyor. Derinlemesine olmasa bile yüzeysel olarak milletimiz bunu biliyor. Ancak almamız gereken en önemli önlemi alamıyoruz. Özetle insan yetiştirmeyi beceremiyoruz. Eğitim kurumlarımızın kullandığı Kemalist müfredat, maalesef vatanına milletine dinine bağlı bir gençlik yerine …. Ecdadına düşman, ümmetine ve dinine karşı gaflet hatta ihanet içinde olan bir gençliğin yetişmesine sebep oluyor. Hal böyle olunca; Haçlı devletlerinin, içimizdeki potansiyel hainleri bulup kullanması çok kolaylaşıyor. Ülkemiz, ne yazık ki bu hainleri, adeta bir fabrika gibi kendi üretiyor….”
“Evet Hasacıım böyle parmak basıyor yaraya…”
Biz de diyoruz ki; Sevgili Hasan…
Bu yerinde tespitlere başka ne eklenebilir ki? Bize göre de en derin yarayı kaşımızsın. Sağol!
Buradan hareketle, başta TSK olmak üzere yeniden yapılandırılacağı anlaşılan devletimiz, halktan gelen bu görüşlere itibar etmeli, dikkate almalı. Elbette TSK’nın eski yapısıyla milletin karşısındaki duruşuna devam edip gideceği bilinmekteydi. Yani tespit yeni değil. Lakin öyle bir güç yığılmıştı ki bu kurumun arkasına. Değil bu yapıya dokunmak, değil mensuplarını uyarmak, masum bir durum tespiti yapmak bile insanın, vatan haini derekesine düşürülmesine sebep oluyordu. Bu nedenle milletimiz, onlarca yılını darbelerle harcadı. Suskun, çaresiz ve korku içinde… Zavallı insanımız, her darbenin akabinde, önüne konan sandıkta yüzde yüzlere varan bir sonuçla darbecileri desteledi. Ve onlar istediklerini ele geçirmenin meruiyetini de korkutarak aldılar. Lakin geldiğimiz an itibariyle… Bütün bunlar geride kalmış görünüyor.
Başta Ordu olmak üzere herkes, asli sıkletini öğrenmiş oldu. Yani kim kaç kilo çekiyor, belli… Artık anlaşıldı ki ağırlık merkezi, bizzat millete ait; merkezde sadece o var. Onun dışındaki tüm kurum ve kuruluşlar meğerse, milletin verdiği paralarla istihdam edilen insanlar tarafından yönetilen hizmet enstrümanlarıymış. Günümüzde bunu bilmeyen kalmadı. Kısacası kimse “Tanrı” değil ve bu ayan beyan ortada duruyor.
Herkes kul! Efendi olan milletin ta kendisi.. Ne yazık ki Ordu’nun böyle lekeli bir günde, asli yerini, ciddi şekilde örselenerek anlamasını istemezdik. Ancak onlar, milletin bu iyiniyetini anlamak istemediler.
15 Temmuz’un akabinde; “Böyle bir sonu hak ettiler…” demek bile ağır geliyor; Ordusunu, canından çok seven bir bu milletin sıradan bir ferdi olarak bana ve herkese.Ancak hayırlı olan buymuş ki böyle oldu. Şimdi, devletimizin sivil kanadı yani halkın temsilcileri her şeye hakim, çok şükür! Düzenlemeye, en baştan; Ordu’dan başlandı. Bu duruma, kimsenin bir şey dediği ve diyeceği yok zaten. Görüyoruz; daha dün burunlarından kıl aldırmayan paşalar, şaşkın ve korku dolu gözlerle olup biteni izlemekle meşguller. Bu arada bütün istedikleri, kendilerine dokunulmasın yeter. Kimse Korkmasın! Bu millet ve bu milletin en yüce kuruluşu olarak devlet, suçludan suçluyu ayıracak yetkinlik ve kanaattedir. Bu kanatin arkasından da olan bitenin gereğini yaparken, asla hukuktan ve adaletten taviz vermeyecektir. Çünkü devletimizin yeni konsepti, Hak ve Hukuktur.
Hülasa, istikbalin pusulası budur..Bu itibarla sivil devlete söylenmesi gereken hiçbir şey yoktur. Ancak söyleyebileceğimiz iki çift lafımızı da demeden geçersek vebali altında kalırız. Restorasyon esnasında, Ordu’da yapılması gereken şey, kurumun, tüzel kişiliğinde yapılmakta olan düzenlemelerin ötesinde bir şeydir.O da Ordu’daki “Yeniçeri Ruhu”nun durumudur. Bu ruhu öldürmedikçe ve Ordumuza yeni bir “Anadolu Ruhu” şırınga edilmedikçe, gelecekte benzeri uğursuz kalkışmaları yaşayacağımız kesin denilebilir. O nedenle meseleye, sadece 15 Temmuz periferisinde bakmak, eksik icraatlara neden olur. Mesele, Ordunun ikinci kuruluş tarihi olarak bilinen 1826’dan başlanarak ele alınmalıdır. Biliyoruz ki darbeler, sadece Cumhuriyetin malı sayılmaz. 1850’lerde ülkemize giren Batıcı virüsün, teorize ettiği “Genç Osmanlılar fikri” daha sonra Jön Türkler ve İttihatçılar üzerinden cumhuriyetçiler olarak devam ede geldi. 1900’lerin başında ise İttihatçı anlayış, Orduyu ele geçirmiş, siyasete bulaştırmış ve ikiye ayırmıştı. Diyoruz ki dünden bugüne, her ne olduysa işte, bu sebepten oldu. Bu nedenle koskoca bir İmparatorluğu yok ettik. Ve küçük bir Cumhuriyete sıkıştık. Ordu’nun ittihatçı anlayışının ilk darbesi, İkinci Meşrutiyet oldu. Arkasından Enver Paşa’nın “Babı Ali Baskını” geldi. İşte, Ordu ne öğrendiyse kendince başarılı olan bu iki darbeden öğrendi. Bu darbe öğretisi ona, bir İmparatorluğu yıktırdı ve yerine küçük bir Cumhuriyeti tesis ettirdi. Buna da şükür dedik. Nasılsa, Cumhuriyet döneminde daha rahat edeceğiz. Ama nerede?
Her şey ondan sonra başladı. “Bu devleti ben kurdum. Sahibi de benim. Ben ne dersem o olur.” fikri sabiti içerisindeki Ordu, darbe üzerine darbe yapageldi. Her on yılda bir, masum halkımızı hizaya/içtimaya sokmak için.
Bu darbelerin sonuncusu 15 Temmuz’da oldu. Darbeci kafa açısından başarısız, millet açısından başarılı olan ilk ve son darbe budur. Bundan sonra onları; “Devleti biz kurduk, idarecisi ve yürütücüsü de biz olacağız!” fikrinin hiç hükmü kalmadı. Artık bu devleti kuran, milletin ta kendisi olarak hala sokaklarda ve demokrasi nöbetinde. gece sokaklara ve meydanlara dökülen kahraman siviller, sadece ve sadece Yeni Devleti kurmakla kalmamış, Ordu’nun da izzetini, şerefini kurtardı. Ve onun, yerlerde sürünmesine engel oldu. Bunu herkes böyle bilsin!
Allah’ın bildiğini kuldan saklamanın gereği yok. Bu budur! Her şeye rağmen hepimiz, Ordumuza “Peygamber Ocağı” diye geldik. Gayet tabi, bundan sonra da demeye devam edeceğiz. O halde Ordu’nun da bir an evvel gereğini yapıp Peygamber Ocağı haline dönüşmesi şarttır. Yoksa bundan sonra olacaklar, ne orduyu ne de milleti kurtarır.
Peki, Ordu kendi kendisini Peygamber Ocağı şeklinde dönüştürebilir mi?
Hayır!
Zira kurmayların, eski ve imtiyazlı alışkanlıkları vardır. Onu, Peygamber Ocağı haline döndürecek olan da Aziz Peygamberin, has ümmeti olan bu milletin bizatihi kendisidir. Buradan hareketle milletin temsilcisi olarak sivil idarecilerimizin, bir an evvel bu operasyonu… Ve Ordu’daki “Yeniçeri Ruhu”nu ve “İttihatçı Derinliği”ni yok etmesi gerekir. Onun yerine ikame edilecek olan, sadece “Anadolu Ruhu”dur.
Devir, Anadolu çiftçilerinin, köylülerinin, işçilerinin ve fakir fukara evlatlarının Paşa olma devridir. Ancak böyle olursa devlet de kurtulur, millet de… Yoksa “Beyaz Türk Taifesi” ile yeni bir yol arkadaşlığı, hüsran üstüne hüsran yaşatır bize. İşte, o kadar!
Gelelim efendim, şimdi de Sevgili Hasan’ın “insan yetiştirme”nin zaruretine inanan, yukarıdaki yorumuna…
En az Ordu kadar önemli bir konudur Milli Eğitim politikamız. Hatta şöyle soralım henüz başlamışken; bizim, bir milli eğitim politikamız var mıdır? Halen uygulanagelmekte olan, yarım yamalak bir eğitim programından söz edilebilir. Ancak bunun özünde “Millilik” söz konusu değildir. Bu yüzden Rockefeller Vakfı’na bağlı olduğu söylenen eğitim politikalarımız, Gayrimilli insan” yetiştire gelmekte. Peki, şimdiye kadar neden böyle olmuştu, niye süregelen antimilli politikaya göz yumuldu? Bunun sebebi, ülkemizin dışarıya olan derin bağımlılığıydı. Artık saklamanın, sırlamanın bir manası yok!
Şimdiye kadar, devletimizin bağımsız olduğunu kim iddia edebilir ki? Bizimkisi, göreceli bağımlılıktı.
Yani halk olarak biz, bağımsız olduğumuzu zannediyorduk. Tıpkı bir tiyatronun içinde oluş gibiydi bizimkisi ve içinde oluşumuzu gerçek sanmamız da bize dikte edilen gizli bir senaryonun isteğiydi. Lakin bu senaryo içinde, bağımsız olmadığımız da defaatle yaşına geldi. Anlayamadık. Ya da yarım yamalak bir anlama anlarıydı arada bir yaşadığımız. Zaten, geçtiğimiz yüzyılda yaşanan tüm darbeler, bağımsız olmadığını anlayan milletimizin, ortaya çıkan “cıss!” fikrinin yok edilmesi ve bağımlılığın tekrar tesis edilmesi için yapılmıştı. Fakat 21. Yüzyıl uğurlu geldi. Milletimiz, son on beş yıl içerisinde “Made in West” markalı kocaman bir kazığa bağlı olduğunu anladı. Anladığı andan itibaren de bağımsız olmanın gereğine inandı.
Bunun için bir “Mübarek Mücadele”nin içinde buldu kendisini. Köşeye sıkıştırılmış bir aslan gibiydi artık.Üzerine giydirilen deli gömleğini çıkardı, içine sindirilen korkuyu kazıdı, yüreğini gün be gün büyüttü.
Biliyoruz. 2000 yılından beri bu mücadele, an be an devam ediyor. Bu arada, çok badireler atlatıldı. Lakin milletimizin ayranlığı kabarmıştı bir kere, içindeki dev uyanıyordu “Yüzyıllık Uyku”dan.
Şükür, neticede uyandı ve “Son Zafer” onun oldu. Kim ne derse desin?! 15 Temmuzda, eski devlet öldü; şimdi yeni bir devlet kuruluyor. Çok Şükür! Rabbimiz, yeni devletimizin kuruluşunu, savaş şartına bağlamadı.
Sadece, 15 Temmuz gecesindeki kısmi bir mücadele ile bu işi başarttı bize. Çünkü O Allah ki, bizimleydi kanaatimizce zafere giden yolda. O halde… Şimdi tam zamanıdır. “Milli Ordu”nun gerekli olşu gibi milli bir eğitiminde şart olduğunu artık hepimiz biliyoruz.
Millilik sadece bu iki kuruma mı münhasır olmalı?
Hayır!
Devletin tüm kurum ve kuruluşlarını aklınıza getirin ve hepsinin başına. “Milli” sıfatını ekleyin. İşte, ihtiyacımız olan budur. Bu ihtiyaç karşılandığında, ortaya çıkacak devasa yapının adı da “Milli Devlet” olur. Rabbimiz, elimize çok önemli bir fırsat verdi. İçimizdeki hainler ve dışımızdaki fark “Tek Millet” sayılabilinecek düşmanlara rağmen bu fırsatı değerlendirmemiz şart. Korkak ve çekingen davranacak zaman değil. “Aman Batı ne der? AB kızar mı? Amerika kulağımızı mı çeker? İsrail, altımızı oyar mı?” gibi eskiye ait, hastalıklı düşüncelerin zamanı değil şimdi. Artık kim, ne derse desin… Onları, duymaya da gerek yok dinlemeye de. Bir dışa bağlı ve bağımlı devlet öldü; onun yerine, tam bağımsız bir ülke doğdu. İşte şimdi, bu bağımsızlığın tescilinin zamanını yaşamaktayız. Bundan sonra…. Hızlı bir şekilde Yeni Anayasayla bu tescil sağlanmalı. Türk Tipi başkanlık sistemine geçilmeli. Ve “YeniTürkiye” dünyaya deklare edilmeli.
Bu aşamada, kimseden akıl danışmaya ihtiyacımız yoktur.
Zaman ne Alman ve ne de Amerikan Ekolü zamanıdır; sırada Türk Ekolü vardır. Etrafımızda vızıldayan “Ekol Sinekleri”n zannettiği gibi ülke, eski ülke; devlet, eski devlet; millet, eski millet değildir.
Bunu, dünyanın tüm “Mazlum Milletler”i gördü.
Gariplerin hepsi, Mutlu bir Bayram içerisinde şimdi…Bu arada, “Batılı Hain Kurtlar” da gördü. Ancak görmezden geliyorlar.
Son hamlelerini yaparak, bize de göstermeme gayreti içerisindeler. Ancak Yağma yok! Allah’ın izniyle bu iş, bu yıl içerisinde kotarılacak ve Yeni Yüzyılda, dünyanın Parlayan Yıldızı, Adaletin Kutbu, Hak ve Hukukun Timsali olarak Türkiye, “Mazlum Milletler”in kılavuzu çizgisinde yerini alacaktır. Bizden söylemesi… Hülasa “Dev” şişeden değil beynimizdeki kafesten çıktı. Çünkü Hakk ve Halk bizimle beraberdir.
Her şeye rağmen tek hakikatı yalnızca Aliym olan Allah biliyor.” diyor. Ve hepinize sevgiler ve saygılar sunuyoruz
Ben fakir ve bugünkü tweetmakalemize misafir olan sevgili Hasan…