2019’un Haziran başındayız… Derindünyanın Sevgili Kardeşlerinden Deniz İnan, gözümüzden kaçan birkaç hususu, bir mesaj mektubunda bize iletti. Diyor ki iletisinde Deniz: “Ahmet abi, en içten dileklerimle Ramazan Bayramını kutluyorum. “İnşallah; ülkemize, milletimize, bölgemize ve tüm dünyaya huzur, barış, kardeşlik getirmesi temennisiyle…” dedikten sonra… Yakınlarda yaşanan bir hadiseye üzüldüğümü belirterek başlamak istiyorum. Kastamonu’da; yeni mezun, ataması yapılmayan ya da yapılamayan öğretmen adayı kardeşimiz Kevser Abdulkadiroğlu’nun, Arife gecesi kendisini asarak intihar ettiği basına yansıdı. Her şeyden önce Allah affetsin ve rahmet eylesin! İnşallah; öğretmen açığı olan ülkemizde, doğru planlamalarla kendi öz değerlerimizle bu işleri yoluna koyarız. Milli Eğitim Bakanlığını çok iş düşüyor.”
***
Devam ediyor Sevgili Deniz inan: “ABD’nin; Türk sınırına yakın, Yunanistan’ın Dedeağaç kenti limanına, Amerikan Donanmasına ait bir gemiyle 2000 asker ve 700 araç- ekipman sevk ettiği, medyaya yansıdı. Sevkiyatın, “Saber Guardian 2019 Tatbikatı”nda kullanılacağı ifade edildi. Fakat anlaşıldığı üzere, bununla kalınmamış; ABD, bölgeye yeni nesil radar sistemi kurmak için de harekete geçmiş durumda. Yani bir anlamda; Amerika, bölgeye yönelik uzun vade için hareket kabiliyetini planlamış oldu.”
*
İlginç bir gelişme; fakir, birkaç laf etmeden geçmeyelim.Malum… Avrupa Birliği’nin bir parçası olan Yunanistan, Euro Birliği’ne dahil olması ve Milli Parası Drahmi’yİ öldürmesiye birlikte, kendi ayağına kurşun sıkmış oldu. bu resim; orta karar veya zayıf Avrupa Birliği Birliği ülkeleri için de geçerli bir tarif sayılabilir. Gerçi; “orta karar ve zayıf ülkeler” dedik ama… Fransa bile aynı “Euro-Operasyonu”yla sarsıldı. İtalya ise enkaz haline gelmiş durumda… Buradan anlaşılıyor ki… “Amerika Birleşik Devletleri” örneğinde bir “Avrupa Birleşik Devletleri” oluşturmak ve bu Devleti, Berlin’den yönetmek üzere harekete geçen akıl yani “Derin Almanya” AB içerisindeki devletleri oyuna getirmiş görünüyor.
Her ülkenin hakkı olan “Milli Para Basma Yetkisi”ni ellerinden alan söz konusu akıl, Euro’nun tek sahibi bir bakıma Büyük Patronu… Malum; önce ECU kararlaştırılmıştı ama Euro adı 1995’te kondu. Euro, 1999’da dünya finans piyasalarına tanıtıldı. 2002’de dolaşıma girdi. AB ülkesi olup da Euro kullanmayan ülkelerde az buz değil. Bunların başında ingiltere gelmekte. Euro’nun söz konusu oldu yıl; Londra, “Bizim paramIz zaten guclü!” demiş ve alan dışında kalmıştı. İngiltere gibi İsveç ve Danimarka da Eurozone’a girmeyen Batı Avrupa ülkeleri olarak karşımıza çıkmakta. Bunların dışında; Çekya; Estonya, Letonya, Litvanya, Macaristan, Romanya, Polonya, Bulgaristan da Eurozone’den hariç! Fakat bunların tamamının Doğu Avrupa Ülkesi olması manidar, değil mi?! “Bu durum, bir şey ifade eder mi?” sorusunun karşılığı var elbette! Bir iki gün içerisinde yayınlayacağımız bir makalede, AB’ye dair bir alan ayırdık. Cevap orada olacak inşallah!
Euro’nun Büyük Patronu; Amerikan FED’inin karşılığı olarak kurduğu ve yönettiği Avrupa Merkez Bankası’nın, boş kağıtlara basarak değer kattığı Euro’yu, Birlik içerisindeki ülkelere karşılıksız olarak vermemekte tabii ki. Her ülke, ürettiği değer kadar veya elindeki altın veya ipotekli mal kadar Euro alabiliyordu/alabiliyor. İşte bunun adı, “Euro Depremi” olarak geçmedi tarihe ama tam bir “Eko-Deprem” olarak yaşandı/yaşanıyor/yaşanacak. Ortak Paranın kullanımının başladığı yıl, Euro alanına giren tüm ülkelerde; ücretler aynı kaldığı halde, fiyatlar ikiye katlanmıştı. Yani Euro’ya geçenlerin hepsi, yüzde 50 oranında yoksullaştırılmıştı. Bölgedeki gurbetçilerimiz; bunu, bedenlerinde yaşadılar. Hikayeyi, onlardan dinlemek mümkün. Bu arada; Eurozone/Yuro Bölgesine girmeyen ülkeler rahat tabii!
Dönelim… Üretimi neredeyse sıfır noktasında, ekmeğini sadece turizme bağlamış olan Yunanistan, “Avrupa Tarihinin Şımarık Çocuğu” oluşu sebebiyle kendisine; Almanya’nın, en cömert davranacağı ülke olacağını düşünüyordu. Öyle de oldu. Tam bir mirasyedi gibi davranan Yunanistan, Birliğe daha doğrusu Almanya’ya hesapsız bir şekilde borçlandı. Doğal olarak; borçlarını ödeyemedi. Ödenmeyen borçları birkaç kez silindi; birkaç kez de ertelendi. Ancak iş, tam anlamıyla tatlıya bağlanamadı. Bunun üzerine; Atina, Ege adalarını satılığa çıkarttı yetmedi ve hatta tüm değerlerini haraç mezat haczettirdi.
İşte, bu esnada; Avrupa Birliği değerleri ile çatışan bir Başbakan iş başına geldi: Çipras… Birlik kıskacından kurtulmak ve borçlarını ödemeden sildirmek için yollar aramaya başlayan Çipras, oynanan “AB Poker Oyununun Blöflçüsü” olduğunu gösterdi. Bu anlamda, Rusya ile flört ettiğini biliyoruz. Hatta bir Yunan Akademisyeni, “Avrupa Birliği’nden çıkıp Türk Birliği’ne dahil olmaları gerektiği…” hususunda da bir beyanat dahi verdi. Bu adamın; Türk bilgilerine dahil olma arzusunda ne kadar samimi olduğunu bilmiyoruz. Samimi olabileceği gibi Avrupa Birliği’ne savaş açmış, Çipras Politikasının bir başka blöfü olarak da algılanabilir. Anlaşılmakta ki sonuçta oynanan “Blöf Politikası” kabul gördü.
Rus Birliği, Türk Birliği derken Yunanistan, Amerikan Birliği’ne doğru yol almaya başladı. Yani “Derin Yunanistan” Alman cenderesinden kurtulma düşüncesiyle kendini Amerika’nın kollarına artmış durumda. “Böyle bir sonuca ulaşan, Yunanistan resminin oluşmasında ilk teklif, Atina’dan mı gitti yoksa Washington’dan mı geldi?”sorusunun cevabı net! Binyılcılar, fırsatı değerlendirdi. Güya Yunanistan Başbakanı Çipras’ın, politikasında başarılı olduğu görülüyor; Ama asıl başarının, Amerikan Binyılcıları olduğunu söyleyelim. Çünkü Zavallı Yunanistan; “elimi kurtarayım derken, kolunu kaptırmış durumda.”
Yani Binyılcı ABD, Yunanistan’ı, Akdeniz ve Orta Doğu’daki çıkarlarının korunduğu, devasa bir üs haline getiriliyor. Binyılcı Akıl, bu durumdan son derece memnun… Sevgili Deniz İnan; bu hususu, verdiği şu haberle ortaya koymuş durumda: “Yunanistan; ülkesinin 1. ve 2. Dünya Savaşlarındaki işgal için Almanya’dan 300 Milyar Euro talep etti. İşgal döneminde; ülkeden götürülen, tarihi eserleri de geri istemekte. Bunlar için bir nevi, Almanya’ya nota verdiği basına yansıdı.”
Aslında… Bu atraksiyonu ile Yunan Aklı, güya AB’deki Patronundan intikam almakta… Hani derler ya “Öyle deme -ya da öyle yapma- gün gelir lazım olur!” diye… Ama anlaşılan o ki Yunanistan, “Lazım Kapı”yı kapatmayı kafasına koymuş durumda. Ona bu aklı verenin, Ezoterik Amerika olduğunu söylemiş olalım. Zira “Askeri Amerika”nın; Binyılcıların çıldırmışlığına teslim olduğu bu dönemde, Akdeniz’de, Ortadoğu’da, Önasya’da, Kuzey Afrika’da hatta Balkanlarda bir Kıyamet Kapışması Planladığı anlaşılmakta… Asıl hedef İran değil; şimdilik ora, işin örtüsü.
Bu Şeytani Anlayış, daha önce saydığımız Malta, İsviçre, Fransa Şövalye Devletlerinin, dördüncüsünü Akdeniz havzasında kurtarmakta. Yani Binyılcılık’ın; Avrupa’daki, “Yeni Üssü” Yunanistan olacak gibi görünüyor. Tabii, Beşincisi de var! Yunan’a bağlı Güney Kıbrıs Rum kesiminden söz ediyoruz.
Hatırlayınız! Binyılcılık’ın bin sene önceki Prototipi olan Tapınak Şövalyelerini… O vakitler; Selahaddin Eyyubi’nin karşısında, daha fazla duramayacağını ve Kudüs’te kalamayacağını anlayan Tapınakçılar, kendilerine, “Yeni Üs” olarak Kıbrıs’ı seçmişlerdi. Fakat Kıbrıs; bir süre önce Adayı, Venediklilerden ele geçiren, Kral Aslan Yürekli Rişar eliyle İngiltere’ye geçmişti. Bu nedenle Tapınakçılar; adayı, Rişar’dan satın aldılar. Fransa Kralı ve Papa işbirliğiyle elimine edildikleri tarihe kadar Ada, onların korsan üssü oldu.
Bugün, gelinen an itibariyle Tarih, başa sarmış durumda. Kök hücresini Tapınakçıların oluşturduğu Binyılcılık, ilk göz ağrısı “Adakale”lerine geri dönme hazırlığı içerisindeler. Ama ilk ayakbağı İngiltere… Zaten, Rum Kesimi de bu nedenle İngiltere’nin, Askeri Üssü Agrotur’dan dolayısıyla Kıbrıs’tan çekilmesini istemekte… Aslında bu istek, Rum kesiminin değil; Binyılcıların isteğidir, denilebilir. Tabii ki Yüzyılcı Kraliçe, bu durumun farkında olmalı ki… Bu nedenle bırakın Agrotur’u kapatmayı; Kıbrıs’ın tamamını, İngiliz Üssü ve Windsor Dükalığı haline getirmek düşüncesiyle “Aslan Yürekli Rişar Planı”nı devreye sokmuş durumda. Bu hususta, Türkiye ile yakın çalıştığını söyleyebiliriz. O nedenle “Birleşik Kıbrıs Projesi”ne, daha önceleri temkinli yaklaşan hatta karşı çıkan Türkiye, şimdilerde, bu hususta teşne görünüyor; ona karşı, Rum Kesimi kaçak…
Gelelim Kıbrıs etrafındaki, Doğu Akdeniz’de, doğalgaz yatakları bulundurması hususuna… “Yunan ve Kıbrıs Rum Bölgesi Hattı”nı “Yeni Binyılcı Bölge” olarak, tescillemeye karar vermiş olan, bir “Ezoterik Binyılcı Amerika”yla karşı karşıyayız. Malum aynı Amerika; birkaç yıldan beri, söz konusu planını, Kuzey Suriye’de oluşturmaya çalışmaktaydı. Bu manada; “Küreselci PYD Kökbölgesi” yapılandırıldı. Fakat bu hamle, Türkiye’nin engelliyle karşılaştı ve Amerikan Binyılcılığı bunda başarısız oldu. Bu nedeniyle mevzubahis planı; -şimdilik- Yunanistan ve Kıbrıs coğrafyasına taşıma kararı alınmış durumda. “Kıyamet Devleti”nin bina edilesi diyebileceğimiz bu “Gross Plan”ın, iki Enstrümanla örtüldüğünü görüyoruz: İran Sorunu ve Doğu Akdeniz Petrol ve Doğalgaz Yatakları Sorunu… Son zaman diliminde yaşanmakta ollan, söz konusu bu iki alanda yaşanan köpürtülmenin bu amaca matuf olduğunu var sayabiliriz; örtü niyetine… İran Sorununu geçelim. Ama bu noktada, şu kuşumuzu söylemiş olalım: Dendiği gibi gerçekten de Kıbrıs ve etrafında; 650 yıl, Avrupa’nın ve bölgedeki devletlerin enerji ihtiyacını karşılayacak bir enerji rezervi tespit edilmiş midir? Dedik ya kuşkuluyuz!
Çünkü… “650 Yıllık Enerji Rezervi” Siyonist İsrail’in, bölgedeki “Yeni Binyılcı Devletler”den biri hatta birincisi haline dönüşmesiyle… Siyoncu Yahudilerin, Kripto Amerika’yla birlikte kotardığı, çevredeki Arap ülkelerinin, “Binyıl Planı”nın yanına alınmasıyla oluşan, bir federasyon doğurmak ve bu itibarla Adriyatik Denizinden, Basra Körfezine kadar uzanan haritada yer alan Yunanistan, Rum Kesimi, Mısır ve Körfez Hanedanlıklarını devasa bir “Binyılcı İmparatorluğu”na dönüştürme planını örtmek için kullandığı bir yalan gibi geliyor bize.
Söz konusu bu devasa “Binyılcılık Kıyamet Federasyonu’nun kurulmasına karşı çıkan biri var: Türkiye; biri daha var: Rusya, biri daha var: Windsor Krallığı… Başlangıç olarak; bu aykırı seslerden, Türkiye’nin behemehal susturulması lazım! Bilindiği üzere; bu anlamda başta, 15 Temmuz olmak üzere, birkaç operasyon yapıldı. Ama bir sonuç alınamadı. Bu nedenle kalıcı bir operasyon gerekmekte… Bu operasyonun planlanması sırasında Amerika, oyun kurucu olarak karşımıza çıkmakta.
Oyun kurucu eleman; yukarıda saydığımız; “Kıyamet Federasyonu Paydaşları”nın, “650 yıllık enerjiye” sahip olma arzusunu körükleye körükleye hepsini, deniz bölgesine çekmiş durumda. Pek farkına varmadık ama “Dostumuz Katar” dahi, bölgedeki “Kıyamet Enerjisi Ortaklığı”na dahil. Hatta Rusya da davetli. Bu kumpanyada sadece; Türkiye, “Çirkin Ördek Yavrusu” durumunda…
İstenen oldu. Ve neticede, “Çirkin Ördek” de bu oyunun karşı tarafı olarak, harekete geçti. Fatih Petrol Arama Gemisiyle bölgeye indi. Ve Petrol aramalarına başladı. Buna bağlı olarak; iki ay önce gerçekleştirdiği, “Mavi Deniz Tatbikatı”na katılan Türk Donanması da bölge sularında dolaşmaya devam ediyor. Türk ve Yunanistan ve Rum Gemileri, bordo bordoya, sürtünerek dolaşmakta. Kapışmak için, bir kıvılcıma ihtiyaç var.
Hatırlayın! 1974 Kıbrıs Barış Harekatı’nda, Amerikalılar, Türk Zırhlısını vurmuş sonra da özür dilemişlerdi. Şimdi de aynı komployu, tekrarlamayacaklarını, kimse söyleyemez. Yine vurur ve özür dilemezler. Çünkü vuran gemi ya bandırasız bir korsan ya da bir Yunanistan Kruvazörü olacaktır. Türkiye, bu densizliğin karşılığını vermekten çekinmeyecek elbette. Ve arkasından, “Beklenen Kıyamet Savaşı” denizlerde patlamış olacak. Acaba istenen bu mu enerji, menerji derken? Galiba… İşte, bu nedenle kuşkuluyuz 650 Yıllık Rezerv Rüzgarından!
Zira… Biliyorsunuz ki… Fosil Yakıtlardan “Petrolün Krallığı” 2025 Yılı itibariyle düşüş trendine dönecek. Çünkü 2050’ye kalmadan dünya, bir “Yeni Enerji”yle tanışmak durumunda. “Ama Doğu Akdeniz’de bulunan yataklarda doğalgaz var!” itirazına verilecek cevap da hazır! Evet, Petrole biçilen birkaç senelik ömür, henüz doğalgaza biçilmiş değil. Eğer, “Doğu Akdeniz Rezervi 650 yıllıksa büyük masraflarla döşenen borular ve yapılan yatırım, sebebiyle Doğalgaz, 650 yıl kullanılabilir; bölge Devletleri de rahat eder.” diye düşünülebilir. Bu rantable bir düşünce olmaz! Çünkü bugünden yarına “Voltaik Evler Teknolojisi” geliyor. Yani binbir zahmet ve masrafla denizin yüzlerce hatta binlerce metre altından çıkartılan ve uzun borularla taşınan doğalgazdan daha kolay bir teknik sunmakta, “Fotovoltaik (PV) enerji sistemi…”
Fotovoltaik Evlerin, ilk örnekleri görülmeye başladı. Bu teknoloji bağlamında, yapım esnasında bir kerede biçimlendirilen evlerin ısıtılmasında ve sair enerji ihtiyaçlarının karşılanmasında çatılara, kiremit yerine döşenen, “Güneş Kollektörleri” önümüzdeki yıllarda, bina duvarlarını da kaplayacak gibi ilerliyor. Böylece bilinen en temiz enerji, sıfır masrafla üretilmeye başlanacak. Böyle bir mucizevi icat karşısında ne petrolü, ne doğalgazı; güldürmeyin adamı… demiş olalım bu hususta…
Son bölüm olarak, şu hususu da yazmadan kapatmayalım… Atatürk ve özellikle 2. Savaş sonrası dönemde, Batı Dünyası; Türkiye ile Yunanistan’ı aynı terazinin iki kefesine oturtmak için çırpındı sanki. Yani hep, “Küçük Yunanistan, Büyük Türkiye” ile eşitlenmek istendi. Ancak bu istek, durumun doğallığına aykırıydı. Bu nedenle Türkiye, Yunanistan’ın kendisiyle eşitlenmesini ciddiye almadı. Lakin eşit olma işi, Yunanistan açısından, önemli bir Milli meseleydi ve Ulusal Siyaset sahasında hep bu hususa vurgu yapıldı. Lakin “Küçük taş, hiçbir zaman Batman çekmez”di.
Bu nedenle Atina, Avrupa Birliği’ne girerken, Türkiye Sıkletinde, gerektiğinde Ankara’ya kafa tutacak hatta Türkleri alt edecek, “Yeni Yunanistan”ın sevincini yaşadı. Fakat hevesleri kursaklarında kaldı. Bırakın, AB Üyeliği sayesinde büyüyen Yunanistan’ı aksine “Komşi”nin küçüldüğüne şahit olduk. AB’nin, Yunanistan’ın “Megalo İdea”sını minyatürleştirdiği de bir gerçek. Bu sonucun yansıması olarak; zaten Yunanistan Megalomanisini, ciddiye almayan Türkiye; ülkenin yeni haliyle acınası bir noktaya düştüğünü görünce üzüldü. Merhametinden; zaman zaman, sırtını okşamak için elini Atina’ya uzattığı da vaki. Böylece dost olacağını zannediyordu; aksine, ülkesinin düştüğü durumu ve Türkiye’nin acıyan tavrı, Yunanistan kışkırttı. Çünkü bu ülke, ne kadar küçük olursa olsun, ne kadar küçültülürse küçültülsün; derin bir Megalomani sahibiydi.
İşte bu nedenle Yunanistan; kendisine uzanan “Binyılcıların Karanlık Eli”ni her neye mal olursa olsun, iştahla tuttu. İşte, Binyılcı Akıl; Yunanistan’ın Megolamanyak Kompleksini, iflah olmaz Türk Düşmanlığımı ve büyüme hırsını sonuna kadar kullandı/kullanıyor/kullanacak.
31 Mart ve devamındaki 23 Haziran İstanbul Seçimleriyle birlikte şekillenen/şekillendirilen Konstantinopolis Hedefi ve Pontusçuluk Fitnesi; Çılgın Yunanistan’ı hadi deyince savaşacak durma getirmiş halde. “Binyılcı Kıyamet Savaşı”nın merkezi, bu nedenle Ortadoğu’dan, Kıbrıs-Yunanistan hattındaki Akdeniz’e kaymış durumda.
Bu arada; Türkiye’nin dikkatinin ve gücünün, asli olarak iki cepheye hatta tali olarak üçüncü bir cepheye ayrılarak/ayrıştırılarak, bir zafiyet oluşturulmak istendiğinin de farkında olmalıyız. Cephelerin dördüncüsü de var! Kripto Amerika’nın, “Kuzey Suriye Binyıl Koridoru”na yaptığı yığınak; fırtınanın, oradan kopacağı fikrinin oluşturulmasını sağladı. Tabii, Türkiye de buna karşı kendi yığınağını yaptı. Birinci cephe bu idi. Aynı anda, ülke; birkaç aylığına, Mahalli Seçimlere odaklanmak durumunda kaldı. Üçüncü tali cephede buydu ve henüz sonlanmış da değil. Ülke, 23 Haziran’a doğru koşuyor. Akabinde Doğu Akdeniz ve bağlı olarak Yunanistan-Rum Kesiminin Küreselleşen Hattı ısındırıldı. Bu da ikinci asli cephe olarak aktif…. İkinci tali cephe ise Isınan havalara ve Turizm mevsimine bağlı olarak; ülkenin ormanlarından ateşlenecek gibi. Malum olduğu üzere, bu mesele; Türkiye’nin, her Yaz Mevsiminde başının belasıydı. Fakat geçen yıl, kördüğüm çözüldü. Yunanistan ve İsrail ormanlarının ateşlenmesiyle birlikte, Türkiye Orman Bakanlığı rahat bir nefes almıştı. Ancak buna rağmen; sıcak savaşın en eşiğinde, dördüncü cephenin de açılacağı kesin gibi. Zira dün, Antalya’da ilk izmarit ormana atılmış oldu. Hülasa; bu Yaz Mevsiminden başlamak üzere; Türkiye, keskin bir bıçağın sırtında sürdürecek yürüyüşünü…
Bu nedenle 23 Haziran Seçimleri; mutlaka, “Beka Sorunu” bağlamında çözülmek zorunda. Hükümet, asıl cepheleri boş bırakmamak adına, bu hususu MHP’ye havale etmeli. Kendisi, “İki Kıyamet Merkezi”ne odaklanmalı. Şu anda; Ortadoğu, terör dairesinde aktif! Doğu Akdeniz aktifleştirilmek üzere, “İt Dalaşı” modunda, gün sayıyor. Bu itibarla yapılması gereken; bir an evvel, Ortadoğu’daki görev, zaferle sonlandırılmalı ve ülke, yoğun gücüyle Akdeniz, Ege, Trakya hattına çekilmeli. Durum bu!
Son bir paragraf! Bu hengamede; Türkiye’nin, iki hatta dört cepheden karnın yumuşatıldığı gerçeği ortada dururken… Apar topar çıkartılan, “Yeni Askerlik Kanunu”nun zamanlamasının uygun olmadığını da söylemiş olalım. Profesyonel bir Ordu’dan yana olduğumuzu ortaya koyarak diyebiliriz ki söz konusu kanunun, zamanının 2023, hatta 2025 olması gerekmekteydi. Erken oldu!
Yine de “İşin hakikatini Aliym olan Allah biliyor!” diyerek kapatalım yorumumuzu…
***
Ve geçelim Sevgili İnan’ın mesajına… Devam ediyor Deniz: “Aynı zamanda; birkaç gün önce Asya’nın, en büyük Güvenlik Zirvesi sayılan “Shangri-la Diyalogu”nda konuşan ABD Savunma Bakanı Patrick Shanahan, Güney Çin Denizi ve Tayvan gibi konular da dahil olmak üzere bölgede, “Artık sessiz kalmayacaklarını…” ifade ettiğini de unutmamalıyız. Kısaca; ABD’nin; “Asya’da, tek başına kimse karar alamaz!” dediğini düşünüyorum. “
***
Dünyada bu kadar gelişme olurken, ABD Başkanı Trump’ın; İngiltere gezisi sürüyor.
Kuzey Irak’tan, her gün şehit haberleri geliyor.
Sayın Cumhurbaşkanımızın, Dolar konusunda, bu kadar hassas olduğu bir dönemde Turizm Bakanının eşinin; bir çalışanına 100 $ vermesi ve bunu da sosyal medyada paylaşması anlaşılır bir durum olmadığını düşünüyorum.
***
“Coğrafya kaderdir!” İbn-i Haldun
Ağabey Sen nerdelerdesin 😀 Çok özlettin çok