Takvim-i Vakayi, II. Mahmut zamanında İstanbul’da çıkarılan ilk yarı resmi Osmanlı gazetesi idi. 18 Rebiülevvel 1249’da (6 Ekim 1833) gazetede, okuyanların kanını donduran bir haber yayınlandı. Haberin doğruluğundan kimse kuşku duymuyordu. Çünkü birkaç gün önce Tırnova Kadısı Ahmet Şükrü Efendi resmi bir yazı ile olayı hükümete bildirmişti. Uzun süre halkın belleğinden çıkmayan ve İstanbul’un gündemini belirleyen bu habere göre Bulgaristan’ın Tırnova kentinde çevreye korku salan cadılar türemişti.1 Kılıç ve kurşunla öldürülmesi mümkün olmayan bu cadılar, güneş batarken ortaya çıkıyor ve evlere girerek yatak ve yorganları parçalıyor; mutfaktaki yemekleri yiyor; kadın, erkek, çocuk demeden herkese saldırıyordu. Cadıların kent mezarlığından geldiği kesin olmakla beraber bunların hangi mezarlar olduğunu kimse bilmiyordu.
Halkta büyük bir panik başlamıştı. Daha şimdiden mezarlığa yakın mahalleler tamamen boşaltılmıştı. Evlerini terk eden insanların çoğu yakın köylere ve kentlere sığınmışlardı. Yaygın inanışa göre bu işi yapan, mezarlıkta gömülü bulunan bazı kötü insanların ruhları idi. Bu tür olaylar Romanya taraflarında çok görüldüğü için Romenler cadı avcılığı konusunda deneyimli idiler. Bu nedenle İslimye Kasabası sakinleri erken davranarak Romanya’dan Niko isimli bir cadı avcısı getirdiler. Bu işin halli için 800 kuruşa pazarlık yapmışlardı.
Niko doğruca mezarlığa gitti, halktan kendine güvenen bazı cesur kişileri de yanına almıştı. Mezarlığın giriş kapısına gelince orada durdu. Üzerinde garip şekillerin bulunduğu ahşap bir daireyi sol elinin başparmağı üzerinde çevirerek durmasını bekledi. Daire durduğunda üzerindeki şekillerin hizasına gelen iki tane mezarı işaretledi. Bu mezarlar Ali Alemdar ve Abdi Alemdar adlı, sağlıklarında kötülükleri ile ünlü iki yeniçeriye aitti. Cadıların bunlar olduğuna karar verildi. Şimdi sıra onları yok etmeye gelmişti. Niko önce adamlarına bir ateş yaktırarak üzerine bir tencere su koydurdu. Daha sonra keskin bir aletle ucu sivri iki ağaç kazık hazırladı. Sonra da halkın korku dolu bakışları altında mezarlar açıldı. Gördükleri herkesi hayrete düşürmüştü. Çünkü cesetlerin boyları ve tırnakları yarı yarıya uzamıştı. Niko ve adamları cesetleri mezardan çıkardılar. Önceden hazırlanan ağaç kazıklar cesetlerin midesine çakıldı. Daha sonra göğüs kafesleri açılarak kalpleri çıkartılıp suda kaynatıldıktan sonra sıra cesetlerin yakılmasına gelmişti. İslam ulemasının da onayı alınarak büyük bir ateş hazırlandı ve cesetler yakıldı. Bu olaydan sonra bölgede bir daha cadıya rastlanmadı.
Takvim-i Vakayi’nin manşetten verdiği haber bu idi. İnsanların uzun süre unutamadıkları ve korku ile andıkları bu olay gerçekten doğru olabilir miydi; yoksa arka planında başka nedenler mi vardı? Dilerseniz bu olaya farklı bir açıdan bakalım.
Bazı toplumlarda bir ihtilal ile eski düzen ve kurumlar yıkılarak yeni bir düzen kurulur. Yeni düzenin mimarları kurdukları düzenin devam etmesi ve yerleşmesi için eski düzenin kötülüklerini, yeninin güzelliklerini anlatan kurgular hazırlarlar. İhtilallerin çoğunda bu süreç yaşanır. Örneğin 1789 Fransız Devrimi arefesinde bir grup kalabalığın Luvr Sarayı yakınlarında gösteri yürüyüşü yaparak slogan attıklarını duyan Kraliçe Mary Antuvanet yanındakilerden birine “Bunlar ne istiyorlar?” diye sorunca kendisine “Ekmek bulamadıklarını söylüyorlar.” diye yanıt verilmiş. Bunun üzerine Kraliçe de “Ekmek bulamıyorlarsa pasta yesinler.” demiş. Bu sözler krallığa karşı nefreti canlı tutan bir slogan olarak uzun zaman belleklerde yaşadı.
Aradan yıllar geçti. Demokrasi Fransa’da iyice yerleşmeye başladı ve artık krallığa dönüşün hayal bile edilemeyeceği bir zaman dilimine gelindi. Tarihçiler aslında Kraliçe’nin böyle bir sözü söylemediğini, bunun bir kurgu olduğunu kanıtladılar. II. Mahmut dönemindeki cadı olayına da benzer bir mantıkla yaklaşabiliriz.
Padişah, Vaka-yı Hayriye denilen olay sonunda Yeniçeri ocağını ortadan kaldırmıştı. Yeniçerilere ve yeniçerilikle ilgisi bulunanlara karşı sistemli bir katliam başlatılmıştı. Şiddet o boyutlara vardı ki bazı halk kesimlerince yeniçeriler mazlum olarak görülmeye başlandı.
Padişahın yeniçeriliğe alternatif olarak kurduğu düzenin ve yapacağı yeniliklerin devamı için yeniçeriliğe karşı nefretin canlı tutulması gerekiyordu.
Takvim-i Vakayi’nin cadı haberinden sonra halkta yeniçeriliğe karşı büyük bir nefret uyandı. “Sağlıklarında çektiklerimiz yetmiyormuş gibi ruhları da bizi rahat bırakmıyor!” diyen halk, yeniçeri mezarlarını tahrip etti. Tüm bu gelişmelere bakarak haberin aslında kurgu olduğunu düşünebiliriz.