Osmanlı şehzadeleri geleceğin hükümdar adayları olduklarından, onların eğitimlerine büyük önem verilirdi. “Lala” adı verilen danışmanların gözetiminde, sancaklarda idari görevlere getirilerek yönetim alanında yetiştirildikleri için, tahta çıktıkları zaman zorlanmazlardı.
Sistem bu haliyle 17. yüzyıla kadar devam etti. I. Ahmet döneminde, şehzadelerin sancaklarda güç toplayarak saltanatı ele geçirme olasılığını yok etmek için, bu uygulama kaldırılarak Kafes Sistemi’ne geçildi.
Yeni usule göre şehzadeler sarayda ömür boyu gözetim altında tutulacak, padişahın ölümü halinde ise içlerinden en yaşlı ve en olgunu tahta geçecekti. Bu anlayış saltanat kavgalarını önlemesine karşın, idari konularda cahil ve deneyimsiz padişahlar yetişmesini engelleyemedi.
III. Mustafa, yirmi sekiz yıl süren kafes hayatından sonra III. Osman’ın ölümü üzerine tahta geçti. Saraydan dışarı adım bile atmasına izin verilmemişti. Yurt ve dünya politikası hakkında gerekli bilgisi olmadığı gibi bilgisine başvurulacak deneyimli devlet adamları da yoktu. Çevresi cahil ve beceriksiz insanlarla dolu idi.
Kendisinden önce hükümdar olan III. Osman’ın psikolojik sorunları vardı. Ülkeyi de çok kötü yönettiğinden halk yeni hükümdara büyük bir ümit bağlamıştı.
Açık fikirli ve iyi niyetli bir insan olan yeni padişah duygu ve düşüncelerini kendisinden çok şey bekleyen halkı ile paylaşmak için şu dizeleri yazdı: Yıkıhptur bu cihan, sanma ki bizde düzele Çark-ı devlet donuverdi, kamu müptezele Şimdi ebvab-ı saadetle gezer, hep hazele İşimiz kaldı hemen merhamet-i lem yezele…
Padişah özetle demek istiyor ki: “Devlet çarkımız tersine dönmüş, söz ayağa düşmüş, bir yığın beceriksiz ve yaramaz adam önemli mevkileri tutmuş, benden fazla bir şey beklemeyin, işimiz Allah’a kalmış!”
Gördüğünüz gibi padişah daha işin başında neler yapabileceğini değil de neler yapamayacağını açıklayarak karamsar bir tablo çizmişti. Ne acıdır ki tespitlerinin hepsi doğru idi. Her şeye rağmen inanç ve samimiyetle işe başladı. Geri kalmışlığın yazgı olmadığına ve ıslahatlarla aşılacağına inanıyordu. Bu nedenle çevresinde bulabildiği Koca Ragıp Paşa gibi ıslahat yanlısı kişilere önemli görevler verdi.
Ayrıca yurt dışından Baron Dö Tot isimli mühendislik ve askeri eğitim konusunda deneyimli bir uzman getirterek işe topçu ocağından başladı.
Baron Dö Tot Batılı standartlara uygun, “Sürat Topçuları” adı altında, yeni bir askeri ocak kurmak için çalışmalara başlamıştı. Fakat yerli mühendis ve subayların bazıları, padişahın Baron’a gösterdiği yakınlığı çekemiyorlardı. “Bizim ne eksiğimiz var, biz bu kâfirden daha iyiyiz!” diyerek işin aksamasına neden oluyorlardı. Bu nedenle Baron, padişahın huzuruna çıkarak “Sultanım bazı subay ve mühendislerimiz mevki ve makamlarının gerektirdiği bilgi ve beceriye sahip olmadıkları gibi bilgilerinin yeterli olduğunu söyleyerek eğitime isteksizlik gösteriyorlar.” dedi. Bu duruma çok kızan padişah, Baron’a dönerek “Hemen bir kurul toplayıp itirazcıları huzurumda sınav yapmanızı istiyorum. Bakalım neler biliyorlarmış!” dedi.
Padişahın emri hemen yerine getirildi. Kısa bir süre içerisinde üç kişilik bir sınav komisyonu toplanarak itirazcılar içeri alındı. Padişah oturduğu yerden sınavı izliyordu. Baron Dö Tot sınava alınanların hepsine ortak bir soru sordu: “Üçgenin iç açılarının toplamı kaç derecedir?” Bir inşaat mühendisinin bu soruyu bilmemesi, bir kâtibin okuma yazma bilmemesi kadar abesti. Soru sorulduktan sonra mühendisler şaşkın şaşkın birbirlerine baktılar ve uzun uzun düşündükten sonra içlerinden en bilgili geçineni kendisini toparlayarak şu yanıtı verdi: “Üçgenine göre değişir efendim!”. Bu yanıt üzerine sınavın daha fazla uzatılmasına gerek görülmedi.
bu hikayenin devamını şöyle dinlemiştim;
üçgenin iç açılarını bilmektedirler , bu kadar basit bir soru karşısında şaşırmışlar , kendileini toparlayarak bu cevabı verdikleri doğru , ancak bizimkilerin bildikleri ama baron dö tot un bilmediği ise ; düzlem dışındaki geometrik yüzeylerde örneğin kürenin üzerinde eğer bir üçgen varsa iç açıları değişim gösterebilmektedir..
bunu ise baron dö tot denilen adam bilmemekte ve bilmediğini de bilmemektedir. bu talihsiz bir vakadır.
ayrıca baron dö tot , ata binme nizamnamesi gibi nizamname hazırlatmıştır. ancak zaten hayatı atın üstünde geçmiş birinin bacakları parantez şekline gelmiş halde iken boş bürokratik manzumalerin dikte ettirilmesi hoş karşılanmamıştır.
bu olay o dönemi ve türkleri aşağılamak için özellikle anlatılır ama yarım anlatılır.
sayın ahmet yozgat ın böyle bir niyeti olmadığını biliyorum ancak hikayenin tamamı böyledir.