Kanuni Sultan Süleyman’ın hükümdar olduğu yıllar Osmanlı tarihinin en parlak dönemidir. Bu dönemde; Piri Mehmet Paşa, İbrahim Paşa, Ayaş Mehmet Paşa, Lütfi Paşa, Hadım Süleyman Paşa, Rüstem Paşa, Semiz Ali Paşa ve Sokullu Mehmet Paşa gibi önemli isimler sadrazamlık yaptılar.1 Bunlar içinde en uzun süre görevde kalanı ise Rüstem Paşa’dır.
Hırvat asıllı olan Rüstem Paşa, eğitimini Osmanlı devşirme geleneğine uygun olarak tamamladıktan sonra Mirahorluk ve Silahtarlık gibi görevlere getirilmiş,2 bir süre sonra da kendisine vezirlik rütbesi verilerek Diyarbakır valiliğine atanmıştı. Diyarbakır’ın jeopolitik konumu Osmanlı Devleti’nin doğu siyaseti açısından çok önemli idi. Bu nedenle bölgeye atanan valilerin iş bitirici ve yetenekli kişiler olmasına dikkat edilirdi. Diyarbakır’ın yeni valisi ise göreve başlar başlamaz idari, askeri ve mali açıdan beklenenin çok üstünde basan göstererek yeteneğini kanıtlamıştı. Kanuni bu değerli elemanından, daha önemli görevlerde de yararlanmayı düşünüyordu. Onu sevgili kızı Mihrimah Sultan’la evlendirerek sadrazam yapmaya karar vermişti. Rüstem’e uygun görülen bu görev, Osmanlı tebaasından birinin ulaşabileceği en yüksek makamdı. Hükümdarın düşüncesi kısa sürede tüm sarayda duyulmuştu. Rüstem’in sadrazam olması ile saraydaki birçok kişinin makam ve çıkarlarının da tehlikeye gireceği muhakkaktı. Bu nedenle sarayda Rüstem Paşa aleyhine bir lobi oluşmuştu. Bunlar hükümdarı kararından vazgeçirmek için Rüstem’in cüzzam hastası olduğu haberini yaymaya başlamışlardı. Padişah duyduklarına üzülmekle beraber bütün bunların dedikodu olabileceğini de düşünmeden edemiyordu. En doğrusu hekimbaşını Diyarbakır’a göndererek durumu bizzat öğrenmekti. Ama padişah fermanı ile saray hekiminin Vali Paşa’yı cüzzam kontrolüne tabi tutması, Paşa’nın mesleki kariyerini ve onurunu zedeleyebilirdi. Padişah bunu hiç istemiyordu. Paşayı incitmeden gerçeği öğrenmenin bir yolu olmalıydı. Bu düşünceler içinde hekimbaşını huzuruna çağırttı. Ona düşüncelerini ve endişelerini anlatarak ne yapılması gerektiğini sordu. Hekimbaşı da: “Hünkârım, Rüstem Paşa’nın gururunu incitmeden onun cüzzam olup olmadığını anlamak çok kolaydır. Zira cüzzam olan birinin vücudunda bit ve pire gibi canlılar yaşayamaz. Bu nedenle Diyarbakır’a gidip çamaşırhanede araştırma yapmakla her şey kolayca anlaşılır.” dedi.
Padişah rahatlamıştı. Bir ferman hazırlatarak hekimbaşını genel sağlık kontrolü yapması için Diyarbakır’a gönderdi. Rüstem Paşa, yardımcısını hekimbaşının emrine vererek çalışmalarında ona her türlü kolaylığı sağlamıştı. Tüm kamu kuruluşlarındaki yemekhane, kiler, yatakhane ve çamaşırhaneler denetleniyordu. Sıra Rüstem Paşa’nın ikamet ettiği konağa gelmişti. İşe çamaşırhaneden başlandı. Hekimbaşı, önündeki çamaşırları incelerken yardımcısının biraz ilerideki gömlekler üzerinde gördüğü bir şeyi el çabukluğu ile aldığını fark etti. Hemen onun yanına giderek aldığı şeyin ne olduğunu sordu. Yardımcıdan “Bir şey değil efendim.” yanıtını alınca yüzü birden sertleşti ve ses tonunu yükselterek tehditkâr bir tavırla: “Ben burada Padişah fermanı ile bulunuyorum, gömleğin üzerinden bir şey aldığını gördüm. Yanlış bilgi vermenin ya da konuşmamanın sorumluluğu büyük olur bilesin!” dedi. Adamcağız çekingen bir tavırla saklamaya çalıştığının bit olduğunu söyledi. Hekimbaşı istediği yanıtı almış olmanın ve görevini başarı ile yapmanın mutluluğu içinde çamaşırhaneden ayrılarak doğruca Rüstem Paşa’nın huzuruna çıktı. Kendisini ayakta karşılayan Paşa’ya “Paşa’m müjdeler olsun! Hünkâr Hazretleri sizi Mihrimah Sultan’la evlendirerek sadrazam yapmak isterler.” dedi. Sevinçten
ne yapacağını şaşıran Vali Paşa kendisine hayatının müjdesini veren hekimbaşını hediyelere boğdu.
Bu ilginç olay zaman içinde kimi tarihçilere ve ozanlara esin kaynağı oldu. Bir insanın şansı açılınca bitinin bile değerli olabileceği anlamına gelen: “Olıcak bir insanın bahtı kavi talihi yar / Kehlesi dahi anın mahallinde işe yarar…”
Dizeleri halk arasında darbımesel haline geldi. Kimi tarihçiler de mesleki kariyerini bitine borçlu olduğuna inandıkları Rüstem Paşa için “Kehle-i ikbal Rüstem Paşa” lakabını yakıştırırlar.