Hayatınızın bir yerinde ömür yolculuğumuza dahil olan bazı adamlar vardır ki onları tanıdığınızda; “Eyvah! Geç tanıdım!” dersiniz onu… “İşte, bizim Orhan Bey, tam da böyle biri… “Keşke daha önceden tanışsaydım…”
Nedir mütevazılık? Bırakın sözlük karıştırmayı efendim, gösterin Orhan Bey’i ve “işte, budur mütevazılık…” deyin olsun bitsin; neden yoruluyorsunuz ki? Hakikaten bizim “Orhan abimiz” böyle biri; alçak gönüllülüğün (dolayısıyla yüksek gönüllülüğün)bizatihi kendisi, efendiliğin timsali enaniyetini “sıfırlamış” adam, yaşını göstermeyen şahsiyet, bir mübarek zat!
Yaşı bizden büyük olan Orhan Bey’e biz, bu nedenle “Orhan abi” diye hitap ediyoruz; hem de tanıştığımız ilk günden bu yana… Bu yazının birkaç yerinde edegeldiğim “Orhan Bey” hitabını yüzüne karşı yaptığımı hiç hatırlamıyorum. “Bey” sıfatını hak etmediğinden değil; aksine, “Bey” sıfatını değil “Beyefendi” sıfatına layık biri o hatta bir “Osmanlı beyefendisi” demekte de bir mahzur yok…
Orhan abi tarihçi… Biz, onu birilerine anlatmak istediğimizde sözü fazla uzatmıyor ve “Hayatını tarihe adayan adam…” diyoruz kestirmeden. Gerçekten de o, uzun ömründe tarihle hemhal olmuş hatta bütünleşmiş biri. Derin tarih bilgisinin farkına vardıktan sonra ona hayranlık ve saygı duymamak insan elinde olmuyor. Orhan abinin tarih yolculuğu, geçmiş zamanın kılcal damarlarında yıllarca sürmüş. Profesör değil ama doktor, tarih doktoru… Ancak bu kariyer az ona.
Orhan abiyi, bir Ankara ilçe belediyesi adına yaptığımız geleneksel Ramazan etkinliklerine misafir olarak aldığımızda, orucun yirmi beşinci günüydü ve başkentte görülmemiş bir yağmur yağıyordu. Kendini tarihe adayan adam, yanında her ikimizin de dostu olan Ahmet Yozgat’la geldi. Yozgatlı, yağmurun ardından oluşan bol oksijenli, ozonlu ve tertemiz havayı ciğerlerine çektikten sonra açılmış olan havanın laciverte çevrilen maviliğine gözlerini dikerek; “Bugün galiba kandil…” dedi, Kadir gecesini işaret ederek . Olur mu olurdu.
İftarın ardından sahnedeki yerimizi aldık; ben, Orhan abi, Yozgatlı, Mehmet Emin Genç ve sevgili sunucumuz Bozkurt Mahmut Esat… İlk başlarda yeterli dinleyicimiz olduğunu söyleyemeyiz. Ee, bunca yağmurun ardından olacaktı bu kadar. Fakat çok geçmedi ya, Orhan abinin konuşmaya başlamasıyla kadın, erkek, genç ve çocuk… Plastik sandalyeler doldu da taştı.
Açış konuşmasını, her akşam olduğu gibi dostumuz Mehmet Emin yaptı. Ardından Yozgatlı, aldı mikrofonı ve Orhan abiyi uzunca bir zaman tanıttı. Mekteplerde ve ardından dershanelerdeki hocalığından söz ettikten sonra onun romancılığına getirdi sırayı. Orhan abi, emekli olduktan sonra bir süre, gençler için test ve soru kitapları yazmıştı fakat daha sonra bu “sıradan yazarlığı” bırakmış ve tarih romanları kaleme almaya başlamıştı. Yazmış olduğu romanlar: El Turko, Baybars, Alper Tınga, Kerbela Ateşi, Alamut Kalesi, Zamanda Randevu ve Sarı Gelin… Son romanı Hazreti Ali üzerine, şu an masa üstü çalışmaları yapılmakta olan çalışması üzerine konuştuk… Ha unutmadan; Orhan abinin teorik kitapları da var: “Atatürk’ün kurduğu Komünist Parti ve Türkiye’deki Sol Hareketler” diye upuzun isimli bir kitabı var ki şu anda dördüncü baskısı çok satanlar listesine girmiş durumda. Kütüphanelerde bulunması gereken “Tarih Sözlüğü” de sahasının ilki… Ahmet Yozgat, sözü son olarak “Tarihin Sırlar Odası” kitabına getirdi. Kitap iki düzine, ilginç anekdot içeriyor; duyulmamış ve sarsıcı…
Son olarak; “Orhan abi…” dedi Yozgatlı “Bugün, neler anlatacaksın bize Tarihin Sırlar Odasından?” diye sordu.
Orhan abi öncede hazırlıklı… Cebinden bir A4 çıkardı, anlatacaklarının notları onda. “Ezan” dedi. “Osmanlıda ezanı anlatmak istiyorum.”
Harika!
Ve başladı Orhan Yeniaras Hoca… Dediğine göre: Ecdat, günde beş vakit okunan ezanın, insan ruhu üzerindeki etkilerini düşünmüş. Bu düşüncenin sonunda, ezanı değişik makamlarda okumaya karar vermiş. Müezzinlerin her birini makam ve nota bilir musikişinaslar şeklinde yetiştirmiş. Bunun sonucunda sabah namazının ezanını saba makamıyla okumaya başlamış. Sonra arkası gelmiş; öğle ezanı uşşak, ikindi ezanı rast, akşam ezanı segâh, yatsı ezanı da hicaz makamıyla okunur olmuş. Orhan abi, örnek verdi ve dedi ki ; “Biliyor musunuz; annelerin bebeklerini uyutmak için söylediği ninnilerin makamı nedir?”
Bilmiyorduk…
Meğerse ninniler, hicaz makamındaymış yani yatsı ezanının makamında… Zira bu makam, insanı uyutmak için birebirmiş. Hatta uyku zorluğu çekenler ve uyumak için ilaç içenlere tavsiye, yatmadan önce Hicaz makamında şarkılar dinlemek… İlginç değil mi?
orhan yeniaras ataturkcu mu?
Sevgili kardeş Gamze… herkes kadar atatürkçü, herkes kadar değil. O derin bir tarihçi ve tarihi romanlar yazarı biri. Romanlarından bazıları: Elturko, baybars, kürşat, zamanda randevu, alamut kalesi, sarı gelin, kerbela cehennemi ve hazreti ali ile ilgili bir roman…
Orhan hocam 1987 yilinda bizleri Sultanahmet Endustri Meslek Lisesinden mezun etii. Hosgorulu naif her soylemi ders niteliginde kitaplarda yazilanlardan cok onun arastirmalarini ve tuttugu notlari anlatarak. Tarih dersini sevmemize sebep olan bir guzel insandir. Ellerinden opuyor saygilarimi iletiyorum..
sayın Orhan YENİARAS ile tanışmamız 1984-1985 eğitim yılında Sultanahmet endüstri meslek lisesninde başladı o günlerde aldım tarih dersi hala bugün gibi aklımda O büyük insanı yıllar sonrada olsa bulmak ve sesini duymak ne güzel bu ülkenin yetiştirdiği büyük değerlerden birisidir benim için saygıyla ellerinden öpüyorum sayın Orhan YENİARAS (nam-ı değer Orhan baba) hocam sizi asla unutmayacağız
bilgilenmek için saygılar
Canım Hocam. Sevgili Orhan Yaniaras. Terekeme olduğumu öğrendiğinizde bana kitabınızı hediye etmiştiniz. Babam gözü gibi bakıyor kitabınıza.Emeğinize sağlık. “Bakırköy Gökşen Dershanesi’nden yıl 2002.”
Hocamız 2002 yılında Dershane’de bize ders verirken, MSÜ Güzel Sanatlar Fakültesi’nden öğrenciler hocamızın yanına gelir, Hocamızdan eski yazıları tercüme etmesini isterdi.Çok anımız var hocamla. Ayrıca İstanbul’daki metrolarda çok harika çizimleri var. Ellerinizden öpüyorum hocam. Allah sizden razı olsun..
Bir proje için Orhan hocaya ulaşmaya çalışıyorum ama hiç bir yerde iletişim adresini bulamadım mail adresi konusunda bir bilgisi olan var mı
orhanyeniaras (et) gmail.com
Ahmet Bey iyi günler birkaç videonuz hakkında yorumlarda bulunmak istiyorum Öncelikle maturidi aklı göndermenizi çok haklı bulduğumu söylemeliyim yalnız bunu söylerken Kader konusunda ayrılığa düştüğü Mutezile aklının Türklerin Büyük Selçuklu kuruluş Döneminden itibaren Anadolu Selçuklu devletinde de bir dönem ya da bir kesimde geçerli olmasının onları ayakta tutan şey olduğunu düşünüyorum. 1000 yıl önceki bize geçirilen tasavvuf şerbetli Eş’ari baskısının adını koymadınız bunun Nizamülmülk Gazali ve Nizamiye medreseleri olduğunu bu millete söylemeniz gerekir. RTE nin 2015 yılı nisan ayında İran Meclisi’ndeki yaptığı konuşma bu konunun adının konulduğu ilk konuşma olduğunu düşünüyorum. Ben Şia dininden değilim, Ben Sünni dininden de değilim. Ya bu sözü kaçırdınız ki Bu mümkün değil bence görmezden geldiniz ya da gizlediniz. 2. Konuşma 2016 yılı Yine nisan ayında Hz Muhammed yortusu yapıldığı günlerde oldu konuşmayı birkaç yerde yaptı bu sefer ben Şia ve Sünni değilim söylemi ile birlikte sözleri ne İslam Dünyası’nın en büyük problemi “mezhepçilik fitnesi” diye devam etti. Bu ülke içindeki tasavvuf şerbeti içenler de büyük bir karşılık oluşturdu . Söylediğiniz güncelleme 2018 yılında geldi. Ve siz bunu çok iyi anlamışsınız videonuza ilave yaptığınız halifelik mi geliyor cevabı önceki video nuzla hiç uyuşmuyor aynı RTE nin şerbet içenlere geri adım atması gibi. Epeyce videonuzu seyrettim tarihi tespitlerinizi çok olumlu buluyorum fakat bu tespitleri yapabilen bir insanın çözüm noktasında öneriler getirmediğini de görüyorum. Bu da iki şeyi aklıma getiriyor Türkiye’deki Selefi bakış açısının bunu kaldıramayacağını ya da sizin sorunu çözmek gibi bir niyetinizin olmadığını.