Mahallede bir esnaf arkadaşımız var. Yo, berber değil; bu yorgancı. Başı, cıvıl cıvıl kaynayan bir esnaf bizim Adil. Mahallenin akıllısı, delisi… Günde bir yol uğramadan geçmiyor Adil’in şu günlerde kömür sobasıyla ısıtılan küçük dükkânına. Dükkân dediysem, bildiğiniz “Mahalle Meclisi” yani… Ortam meclisvari olunca haliylen siyası tartışmalar ve fikir alış verişleri de oluyor. Fakir de orada bulunuyor bazen, çok sık olmasa da. Ve birkaç gün önce de şöyle bir uğradım “sobalı meclis”e, biraz da ısınmak maksadıyla. Baktım, bizim Demir de orada. Sever beni Demir hatta “abi” diye hitap eder ve fikirlerime itibar eder. Hazır beni yakalamışken boş salmadı sevgili Demir ve son günlerde kafasına takılan bir soruyu cevaplatmadan bırakmadı mübarek. Ve dedi ki; “Kuzey Irak’taki Kürtler Turkiye’ye katılmak istiyorlarmış; bu doğru mudur? Kuzey Irak toprakları, Türkiye’nin olacakmış! İnanalım mı?” Sevgili Demirciimin haritamızı büyütmeye çok hevesli olduğunu ve böyle bir hususu bulmuşken, beni sağmadan bırakmayacağını bildiğim için oturdum yanı başına ve başladım…
Hemen burada sözün başında söylemeliyim ki Kuzey Irak’ın Türkiye’ye katılması, şu an ilişkiler ne kesafetteyse o kadarla sınırlı bir durum sayılır kanaatimizce. Evet Kuzey Iraklı halk, Türkiye ile birleşmek isteyebilir. Hatta Kuzey Irak idaresinin de böyle bir arzu taşıdığını da söylemek mümkün. Ancak bu bir anlam ifade etmez. Zira dünyanın lordları, bundan sonra oraları için ne planlamışlarsa halkların ve idarelerin bu planın dışına çıkmalarının imkânı yok gibidir. Hatırlarsan o bölgeler, yüz sene evvel Osmanlı’nın birer vilayeti hatta kazası ölçüsünde yerlerdi. Ancak hiç istemediği halde Osmanlı Devleti, 1914 yılının ortalarında kendini Birinci Dünya Savaşının içinde buldu. Tabii ki hiç arzu etmediği şekilde de savaştan mağlup olarak çıktı. Bunun neticesinde o bölgeyi formatlama işi savaşı galip olarak bitiren devletlerin iki dudağı arasına terk etti/etme zorunda kaldı. Onların iki dudağından biri SYKES, diğeri de PİCKOT’tu. Bu iki diplomat, gönülleri nasıl istiyorsa önlerine konan ülkeyi masa başında, ellerinde cetvelleri ve makasları olduğu halde paramparça ettiler. Bu ameliyattan önce o bölgede ne bir Suriye vardı, ne bir Irak ve ne de bir Ürdün. Ama hepsi oldu. Ve aradan yüz sene geçti. Şimdi Suriyeliler, Ürdünlüler ve Iraklılar, zaman içinde doğal bir görünüme bürünmüş olan sun’i devletlerinin peşine düştüler; parçalansın ya da parçalanmasın arzuları doğrultusunda. Bunun gibi dünya, yeni bir döneme girmiş durumda. Ve şimdilerde oralarda bir savaş yaşanmakta. Tabii ki bu savaşın sonunda yeni galipler ve mağluplar çıkacak ortaya. Dolayısıyla galip çıkanlar yeni Ortadoğu’nun da yeni planlayıcıları ya da yapıştırıcıları olacaklar. Lakin bununla birlikte bir gelecek dünya öngörüsü yaparak, bölgeye bir projeksiyon tutmak niyetindeyiz; böylece senin kafandaki soru işaretlerini de izale edeceğimizi ummaktayız… Evvela şu: Birinci Dünya Savaşından sonra klasik toprak kazanımları devri kapandı. Ve bununla beraber, “NÜFUZ İMPARATORLUKLARI” konsepti başladı. Bu itibarla dünya devletleri, 1944’te o zamanki mevcut sınırların değişmemesi hususunda anlaştılar. Ondan beri sınırlar değişmedi. Çekoslovakya’nın iki halkının kendi aralarında anlaşarak ayrılmasını ve iki ayrı devlet olmasını atlayarak söylersek… Ta ne zaman… Rusya’nın önce Gürcistan, ardından Ukrayna/Kırım operasyonlarına kadar. Hemen söyleyelim: Rusya, bu operasyonları uluslararası anlaşmaları ve devletler arası hukuku çiğneyerek yaptı. Bu nedenle dünya tarafından, hareketi hoşnutlukla karşılanmadı. Fakat baskın, basanın olduğuyla kaldı ya da kaldı mı o da belli değil henüz. Gelelim Ortadoğu’ya: Rusya kendi bölgesinde yaptığı bu atraksiyonlardan keyf almış olacak ki bir benzerini Ortadoğu’da tekrarlamak niyetiyle Suriye’ye girdi. Şimdilerde orada ve operasyonuna devam etmekte… Hemen söylemeliyiz ki temel itibariyle Rusya’nın, Suriye’de yapmak istediği bir sınır değiştirme operasyonu değildir. Her ne kadar tartışmalı hale gelse de Putin, mevcut rejime destek olmak üzere orada bulunmakta; hem de Esed’in davetlisi olarak. Ortak operasyonun amacı, Esad’ın etkii sahasını, Suriye coğrafyasında genişletmek şeklinde okunmalı zira operasyonu bu amaçla yapmakta olduğu açık. Bu operasyon, bugüne münhasır olduğu gibi bundan sonra Suriye için kurulacak masada hem Esad’ın, hem de kendisinin söz hakkı elde etmesine dönük bir taraf da taşımakta. Ancak bununla birlikte son zamanlarda Sykes Picot anlaşması sıkça tekrar edilmekte ve sorulmakta: “Sykes-Pickot bitiyor mu?” Bu hususta kanaatimiz odur ki Sykes-Pickot bitmiyor. Yani mevcut sınırlar korunuyor, korunacak… Fakat şimdilerde olan biten, eski sınırların içinde bir operasyon biçiminde kendini yazdırmakta. Tıpkı Çekoslovakya da uygulandığı gibi ve kısmen Rusya’nın Gürcistan’a yaptığı gibi bir durumla karşı karşıyayız… Yani bu operasyonların sonunda Suriye Suriye olarak kalacak fakat içerisinde beş ayrı bölge oluşturulacak. Bir nevi Suriye, ABD’ye benzetilerek Suriye Birleşik Devletleri haline getirilecek. Hakeza Irak’ın durumu da budur. Yani korunan, Sykes-Pickot sınırları içerisinde bir Irak Birleşik Devletlerinden söz etmek mümkün demekteyiz. Bunun dışında Ortadoğu ile ilgili planlanan başka birleşik devletler de olmalı. Bunlar, Arabistan Birleşik Devletleri, Mısır Birleşik Devletleri şeklinde sıralanabilir. Dönelim yukarıdaki soruya ve Kuzey Irak meselesine. Irak’ın, bugünkü ölçüsünden yola çıkarak söylemek gerekirse ülke parçalanmıyor. Yani Körfez Savaşlarından beri yapılan ameliyatlarla Irak’tan ayrı ayrı devletler çıkartılmıyor. Her ne kadar Mesut Barzani 2016 yılında; “Kuzey Irak’ın bağımsızlığını oynayacağız Ve bir referandum yapacağız!” dese de. Barzani, bu dediğini yapamaz, yapsa da yaptığı ile kalır. Görünen o ki Irak’ta üç bölge oluşturulacak. Yani Federatif bir yapı şeklinde üç devlet formatlanacak. Ve bölgenin adı Irak Birleşik Arap Devletleri şekline dönüştürülecek. Ancak bu yeni yapılanma bununla sınırlı kalacak gibi durmamakta. Anladığımız o ki oluşturulacak bu birleşik devletlerin her bir parçası içerisinde de benzeri bir operasyon planlanmakta. Yani alt her devlet, yeniden bir parçalanmaya tabi tutularak kantonlara dönüştürülecek. Ve böylece dünya bir kantonlar yüzyılına girerek yeni harita biçimini ortaya koyacak. Bundan çıkardığımız sonuç şudur: Dünyanın yönetsel yöntemi için Kadim Yunan’a gidip oradan kopya çekecek; daha açık bir tarifle bölgenin gelecek resminde “Site/Şehir Devletleri” ortaya çıkacak. Şimdi gelelim asıl soruya: “Kuzey Irak, Türkiye’ye mi bağlanıyor? Bu soru için en üstte verdiğimiz cümleyi tekrar edelim: Kuzey Irak’ın Türkiye’ye bağlanması ölçüsü bu kadar yani Türkiye’nin nüfuz alanı içerisinde bir Irak parçası… Bu örnek, bundan sonra kurulacak olan Irak Birleşik Devletleri’nde bir mustra olarak karşımıza çıkmakta. Yani söz konusu birleşik devletlerin sınırları olabildiğince gevşek tutulacak kanaatini taşımaktayız. Her ne kadar alt devletler, federalizm içerisinde bir merkezi otoriteye yani bir başkente bağlı olacaksa da bunun, sadece idari anlamda bir bağlanmaktan öteye bir anlam taşımayacağını görmek olası yani ırak federal Devleti’nin Kuzey parçası olarak bizim tabirimizle “Barzaniyye Devleti” resmen Bağdat’a bağlı ancak onun dışında ve sivil ölçüler içerisinde Türkiye’nin nüfuz dairesine dahil olan bir yapı olarak varlığını devam ettirecek. Öyle ki bu iki devlet arasında, bugün Türkiye- Gürcistan kontağında ve tabi Türkiye-Kuzey Kıbrıs evliliğinde yaşanmakta olan pasaportsuz geçiş ölçüsünde bir ilişkiden söz edilirse yanlış söylenmiş olamaz. Pasaportsuz geçiş bu iki bölge arasında yani Türkiye ve Kuzey Irak irtibatında, gayrı resmi bir yakınlaşma sağlayarak birlikte, tek organizasyonun iki eş parçası gibi bir görüntü arz edebilir ancak bunun bir mahzuru yoktur. Hatta aynı paranın geçerli olduğu, aynı sivil hayatın ve toplumsal kültürün kendisini var ettiği bu topraklar, birbirlerinin devamı gibi bir özellik de arz edebilir; bu da Irak Birleşik Devletleri hakikatini ortadan kaldırmaz. Devam edelim manzaranın güzel tarifine… Bu yapılaşmada, her iki tarafın vatandaşları, birbirlerinin ülkelerinde tıpkı diğer vatandaşlar gibi yatırım yapabilir, ticari faaliyette bulunabilir, eğitim imkânlarından yararlanabilir. Ve bunun gibi bir takım başka başka birlikte olma ameliyesini dahi yaşayabilirler. Ama Bağdat yine Bağdat’tır, Erbil yine Erbil, Ankara da Ankara…
Kuzey Irak’ta yaşanan, Türkiye-Kuzey Irak ilişkisinin tarifinden yola çıkarak Güney Irak’la da İran’ın yakınlaşmasından söz edebiliriz. Yine bunlar gibi benzeri bir coğrafi manzaradan söz edebileceğimiz Suriye Birleşik Devletleri’nin, Halep Devleti bölgesinin Türkiye ile yakın ilişki kuracağı da buradan bakınca gördüğümüz bir başka olgu olarak karşımıza çıkmakta. Ve yine bunun gibi Suriye Birleşik Devletleri’nin, Şam Bölgesi komşusu Ürdün’le Suriye bölgesi ise Lübnan’la yakınlaşacak denilebilir. Ve belki plânlanan olası bir Aleviyye bölgesinin de muhtemel Dürziye vilayetinin yakınlaşma noktasında Lübnan’ı tercih edebileceğinden bahsetmekte bir mahzur yoktur. Hemen ekleyelim: Sözünü ettiğimiz Devleti Aleviye ile ilgili olarak bir başka tahmin de Hatay üzerinden Türkiye’nin tercih tahtasında olduğudur. Yani şu an Türkiye’nin, neredeyse kanlı bıçaklı oldu bir rejim olarak “Esedyan Oligarşisi”yle masaya oturup “Dostluğumuzun neresinde kalmıştık?” demesini de mümkün görmekteyiz ve bütün bunlar için biçtiğimiz tarih sonu da 2025’tir, uzak değil.
Sonuç olarak: Türkiye’nin güneyinde Suriye ve Irak’ta denenen bu yöntem eğer, barışçı ve insani bir performans gösterebilirse dünyanın diğer bölgeleri için de örnek teşkil edeceğini söylememiz mümkün. Bu tür bölünmeler ve yakınlaşmaların özü, ticarete dayandığı için insanlar arasındaki ilişkinin şekli pragmatist bir doğru üzerinde gelişecek bu sebeple olası sınır savaşlarının imkanı kalmayacak. Burada çizdiğimiz panorama, bir anlamda dünyanın gelecek resmi sayılabilir. Resmin tanzimi, teorik olarak yerinde ve son derece uygun ve yerinde bir öngörüdür. Ancak pratiğin nasıl olacağını uygulama hayata geçtiğinde görmek mümkün hale gelecek demek daha doğru bir yaklaşım olacaktır. Bu nedenle her şeyin doğrusunu Alim olan Allah biliyor.
***
Aslına bakılacak olursa ben burada bu şehir devletlerinin planlanması hususunda iyi bir niyet görmüyorum. Her ne kadar ilk başta örneğin Türkiye Kuzey Irak bölgesel yönetimi için ekonomik anlamda iyi ilişkiler kurulsa daha söyledikleriniz üzerine zaman ilerledikçe bu ülkeler arasında kültürel, toplumsal anlamda benzerlikler oluşacak zaten bence asıl amaç da bu. Burada çok önemli bir detay var. Birbiri ile entegre olmuş, ilişkileri ileri seviyede olacak bu ülkelerin/federatif yönetimlerin umulmadık bir anda ters düştüğünü düşünürseniz, kuzey ırak yönetimi demez mi Türkiyenin güney sınırı ile birleşebiliriz. Toplumlarımız entegre olmuş, kültürel olarak pek farkımız yok, ekonomik olarak bizim türkiyenin güneyinde ve yine Türkiyenin Kuzey Irakta yatırımları var, neredeyse Türkiyenin güney sınırı ile sınırları kaldırsanız bir farkımız kalmayacak bu yüzden birleşmemiz kaçınılmazdır dese. Güney sınırımızdaki kardeşlerimizi de buna ikna etse, karışıklıklar çıkarsa hatta en sonunda refandum yapılsa ve güneyimizdeki insanlar kuzey ırakla birleşmek istese ve bu sadece Türkiye için değil aynı şekilde merkez ırak yönetimi İran ile, Suriyenin Şam bölgesi Ürdün ile vs. bu şekilde yeni devletler ortaya çıksa? Bunlar başta iyi niyetli fakat sonuçlarını da düşünmekte yarar var.