Ana Sayfa Makaleler Osmanlı Gazi’nin Sponsoru Kimdi?

Gazi’nin Sponsoru Kimdi?

0
Gazi’nin Sponsoru Kimdi?

Vaktiyle, yazarının kim olduğunu şu anda hatırlamadığım bir kitaba göz atmıştım: şair ve patron… Kitabın tezi ilginç gelmişti fakire o zaman… Yazar, özetle diyordu ki her devirde, her zaman, her şairin arkasında bir “para babası” vardır. Mevlana’dan beri şiir yazan fuzuli, baki, nedim vb şairlerin hepsi de yazdıklarının karşılığını ya bir beyden, ya bir paşadan, ya da bir sultandan almışlardır; tabi hediye olarak… Yoksa bunca şiiri yazamazlardı. Doğru! Kanımca da öyle olmalı. Zira günümüzde de üç aşağı beş yukarı durum bu… Her yazıp çizen özellikle şairlerin, eserlerini yayınlatacak bir yayınevi patronu bulamadıkları sürece işleri zor. Şiir kitaplarını zararına da olsa yayınlama alicenaplığını gösteren yayıncılar, şairlerin bir nevi patronu mesabesindedirler. Bu tür fikir ve sanat eserlerinin halka ulaştırılmasına yardımcı olan para kaynaklarına günümüzde “sponsor” dendiğini biliyorsunuz. Bunun gibi her fikir sahibi de fikrini hayata geçirmek için bir yere sırtın dayamak zorunda yani o kimsenin bir “sponsorun kanatları altına” girmesi şart… Yoksa herkes, düşündüğünü beyninde taşıyarak girer mezara…

Mesela, “batmış bir ülkeyi yeniden kurmak” fikrine sahip bir kahramanın ihtiyaç duyacağı ilk şey de, gayet tabi ki cesarettir ancak cesaret çoğu zaman ölüm getirir. Cesaretin yanında “malak derisiyle” paranız yoksa fikirlerinizi hayatta geçiremezsiniz; asla! “Deli cesur” bir adamın kafasındaki “çılgın Türkler” fikrini hayata geçirebilmesi için ya “malak derisiyle parası” olacak ya da bu miktarda servete sahip bir sponsoru… İkiden hâli değil!

Sözü şuraya getirmek istiyoruz ki… Batmış bir devletin artık “maaş bile ödeyemediği” Gazi Paşa’sı, kafasındaki “çılgın proje”yi gerçekleştirebilmesi için gereken “malak derisiyle hazineyi” nereden buldu? Yani Mustafa Kemal’in sponsoru kimdi?

Günümüzde kuruluş aşamasındaki her şirketin bir sermayeyle resmiyet kazandığı, her derneğin yüklü bir banka hesabıyla kotarıldığı, her partinin “dudak uçuklatacak” kadar bol sıfırlı maddi varlıkla siyasi arenaya çıkabildiği bir gerçeklik olarak önümüzde dururken, “yerin dibine batmış bir imparatorluk”tan yepyeni bir devlet çıkarıp onu ayakları üzerine kaldırmak az buz parayla olacak iş midir? Öyleyse can alıcı sorumuzu burada bir kez daha tekrarlayalım: Gazi Paşa, devlet kuracak miktardaki parayı kimden ve nereden aldı?

Bu sorunun cevabı muğlak… Bilinen cevapları sıralayalım: Birileri inanmasa da başka birileri bu paranın padişah tarafından sağlandığını iddia etmektedirler. Fakire göre de sultan, paşaya bir miktar para vermiş olmalıdır. Peki; padişah, paşaya ne kadar “harçlık” vermiş olabilir? Çeşitli kaynakların dediğine göre sultan, o zaman adı halk arasında “Sarı Paşa” olarak geçen Mustafa Kemal’i sarayına çağırıp: “Paşa paşa, Devlet-i Aliye’ye hizmet zamanıdır. Bu vatan senden fedakarlık bekliyor.” dediği zaman, ilk iş olarak paşanın cebine bir miktar “harçlık” koymak zorundaydı. Bu miktar kimilerine göre kırk, kimilerine göre yirmi beş bin liradır. Üç yüz bin diyenler de vardır. Üstelik sultanın, bu paranın önemli bir miktarını sahibi olduğu “hasahırlar”ındaki cins yarış atlarını satarak sağladığı biliniyor. Paranın kalanı da saray harcamalarını kısarak bir araya getirilmişti. Bu miktar ister kırk, ister yirmi beş bin, isterse üç yüz bin lira olsun çökertilmiş bir imparatorluğun enkazından dinamik bir devlet kurmaya yeter mi? Asla! Kanaatimizce, “dişinin kovuğuna” bile yetmez. Öyleyse gazi’nin ana sponsoru kimdi?

Akdağmadeni… “Türkülerin efendisi” merhum Nida Tüfekçi’nin memleketi olan, onun derlediği deyişlerle adını TRT programlarında “Akdağmadeni dolaylarından avazlar”la işittiğimiz, yeşillikler diyarı… Kaynaklar, Yozgat’ın Sivas’la sınır olduğu bu yeşil ilçe için, Akdağ ormanları arasında, gümüşlü kurşun üretilen bir madenin yakınında, madenci aileleri tarafından kurulmuş diye yazıyor. Tarihlerin yazdığı bir başka bilgi daha var; o da erbabınca çok iyi bilinen bir kişi… Beyzade Bahri Efendi…

Sözün burasında, Akdağmadeni’nin ortasında, günümüzde de kullanılan bir yapıdan bahsetmek istiyorum. Burası ilçenin orta yerinde, “çıngır taştan” yapılmış, iki katlı, kocaman bir malikane… Bu malikanenin adı hâlâ “Bahri Efendi konağı” olarak biliniyor. Mütareke yıllarında bu konakta oturan Bahri Efendi, birinci ve ikinci mecliste Yozgat mebusu olarak görev yapmış olan namlı biri yöre bir beyi. Bununla birlikte, bu Bozoklu yöre beyinin, Kemal Paşa’nın da yakın arkadaşlarından biri olduğu biliniyor. Yani biri Selanikli diğeri “yiğitlerin harman olduğu diyar, Bozok yaylası”ndan olan bu iki ünlü adamın arkadaşlıkları ta Sivas kongresine kadar ulaşıyor.

***

Yıllar önce köyümüzde, Bahri Efendi’yi tanıyan ve Mütareke meselelerine yakından tanıklık etmiş kocamış bir adamdan dinlemiştim. Diyordu ki o kocamış asker: “Kemal Paşa, İstanbul’dan çıkıp bu yöreye geldi. Suvaz’da gongura topladı. Bu toplantıya Akdağ delegesi olarak Bahri Efendi de katıldı.”

Kurtuluş tarihimizin birkaç önemli kongrelerinden birinin de Sivas kongresi olduğunu bilmeyenimiz yoktur. Tarihçiler, Erzurum kongresinden sonra Sivas’ta toplanan kongrede de vatanın kurtarılması hususunda hararetli tartışmaların yapıldığını ve önemli kararların alındığını yazmaktalar. Kanımca asıl gerçek bu yani “vatanın kurtarılması hususunda önemli kararlar almak” değildi yani bu -özellikle Sivas- toplantılarının amacı, “vatanın bölünmezliği kabul edilemez, Müdafa-i Hukuk dernekleri derhal birleşerek topyekün mücadeleye başlamalıdır…” tarzı kararlar almaktan çok (ki bu kararlar zaten Erzurum’da alınmıştı.) para temini idi. Hem Erzurum’da hem de Sivas’ta toplananlar, Orta Anadolu yöresinin ağları, beyleri, eşrafı yani “malak derisiyle altını olan para babaları”ydı. Doğal olarak Sivas kongresi de bu para babalarının “himmet toplantıları”ydı. Erzurum’da olduğu gibi Sivas’ta da asıl mesele, söz konusu mücadele başlatılırsa bu harekete kimin ne kadar katkıda bulunacağı konusuydu. Zaten delegelerin her birine ne kadar katkı verebileceği soruluyordu.

Bizim köylü kocamış askerin dediğine göre, Orta Anadolu zenginleri toplantıda pek bir himmette bulunmamışlar. Zira kocamış asker anlatımına şöyle devam etmişti: “Kemal Paşa, toplantı salonunu sinirle terk etti. Onun ardından Bahri Efendi koştu. Bahçede yetişti. Kemal Paşa, yeşil gözlerin sinirle döndürerek ‘Bahri, bu adamlarla yola gidilemeyeceği anlaşıldı. Şu anda cebimde sadece iki buçuk liram var. Bu durumda ne yapabilirim ki ben? En iyisi, daha yolun başındayken bu davadan vazgeçmek…’ Bunun üzerine Bahri Efendi, Paşa’nın koluna girdi… ‘Paşam…” dedi. ‘Bende balak (malak) derisiylen para var. Gel, vazgeçme bu davadan; arkanda ben varım.”

Bizim köylü kocamış asker anekdotunun sonunda; “Kemal Paşa, Bahri Efendi’nin balak derisi dolusu parasıyla yoluna devam etti.” demişti. Ancak Bahri Efendi’nin ilginç hikâyesi burada bitmiyor, daha sonra onu Ankara’da Yozgat mebusu olarak görüyoruz. Milli Mücadelenin kazanılmasından bir zaman sonra Atatürk’e bir suikast tertip ediliyor. Tertipçilerin arasında bizim Bahri Efendi’nin de adı geçiyor. Olaya katılanlar çeşitli cezalara çarptırılıyor, sonunda sıra Yozgat mebusuna geliyor… Burada Kemal Paşa, Bahri Efendinin karşısında geçip “Bahri Bahri…” diyor. “zamanında çok ekmeğini yedim, onun hatırı var; şimdi sana bir şans veriyorum. Hemen şimdi kalk ve doğruca memleketine git. Konağına kapan ve ortalıkta görünme.” bunun üzerine Bahri Efendi, Ankara’dan kaçıp Akdağmadeni’ne dönüyor ve konağına kapanıyor ve bir daha da ortalıklarda görünmüyor; böylelikle canlı kurtarıyor…

Bahri Bey’le ilgili olarak yöredeki yaşlılardan intikal eden anekdotlar daha bitmedi. Yıl bin dokuz yüz kırk… Akdağmadeni’nin başta Peyik köyü (şimdiki adı Doğankent kasabası) olmak üzere çevre köylerinde şiddetli bir deprem yaşanıyor. Devrin cumhurreisi İsmet Paşa, olay yerini ziyarete geliyor. Bu esnada Peyik’e gelenlerin arasında bir tanıdık sima daha bulunmakta: Akdağmadeni beyi Bahri Efendi… İsmet Paşa, karşısında Bahri Efendi’yi görünce şaşırıyor ve “Bahri, sen ölmemiş miydin?” diye soruyor. Bahri Efendi, Cumhurreisine, Atatürk’le arasında geçen konuşmayı aktarıyor. “Paşam.” diyor. “O menfur olayın akabinde Gazi, bana ortalıklarda görünme,” dedi. Ben de onun emrine uyup konağımda oturuyor ve yıllardan bu yana Akdağmadeni’nden dışarı adımımı atmıyorum.” diye cevap veriyor. Bu kez de “Sağır Paşa” uyarıyor Bahri Efendi’yi: “Bahri Bahri!” diyor. “Biliyorsun ki Gazi öldü ama o öldü diye, sen yine de perhizini bozma. Aklım varsa konağında oturmaya devam et, ortalıklarda pek görünme.”

Kocamış asker gibi yöredeki başka yaşlılardan dinlediğim son anekdot bu… Eğer anlatılanlar doğruysa Akdağmadeni’nin taş konakta oturan beyzadesi Bahri Efendi’nin “balak derisi dolusunca parası” çökmüş bir imparatorluğun enkazından yeni bir devlet kurmaya yeter mi? Asla! Ancak Milli Mücadeleyi kısa bir süre götürmüş olabilir. Yine aynı soru: Öyleyse Gazi’nin ana sponsoru kimdi? Yani Atatürk, devleti kurmak için gerekli olan asıl miktarı nereden buldu? Kanaatimizce, hayırlı bir iş yapmak isteyen mesela bir şirket kurmak murat eden, parti açmak düşüncesinde olan, her ideali bol, parası az adam gibi Gazi de imkan temini için en iyi bildiği yere gitti ve çok yakından tanıdığı insanlara başvurdu yani Selanik zenginlerine… Tabii Selanik zenginleri hemşehrileri, mahalle komşuları, okul ve oyun arkadaşları, komşuları Ali Rıza’nın oğlu Mustafa’ya gereken parasal desteği verdiler. Bunun belgesini mi istiyorsunuz? Yeni devlet kurulduktan sonra Selanikli hemşerilerin “mübadele” adı altında ülkeye akın etmelerinden, ülkenin ekonomisinin yegane hakimi olmalarından, dükkân açar gibi bankalar kurarak milletin ekmek parasını “israf haram, tasarruf sevaptır” mantığıyla toplayıp kredi adı altında kendi aralarında paylaşmalarından, sanayi ve ticaret alanında “Galata dükalığı” kurarak çevrede kendilerinden başkasına hayat hakkı tanımamalarından, karlı sektörleri birkaç aile arasında paylaşarak bu alanlara hiç kimseyi sokmamalarından, bu ayrıcalıklarını devlet eliyle resmileştirmelerinden, mali ve sınai tekellerini devletin askerleri aracılığıyla koruma altına almalarından… dan dan dan… Bu kadar “dan” yetmez mi?

Ee, sonuçta her iş, eş ve aş işinde, mesele bir pazarlık etrafında karara bağlanıyor. Ben sana, sen bana yani… Böyle durumlarda yardım alanla veren çok yakın hemşehri de, akraba-hısım da olsalar, “akçeli işler” pragmatizmin sınırları içinde olup bitiyor; kısacası, kimse kimseye babasının hayrına yardım etmiyor. Hem de ortada ciddi bir imkan, çıkar ve para varsa…

Yeri gelmişken, “Derin devlet, derin devlet…” deyip duruyoruz ya… Bırakalım artık şu “derin devlet filandır, derin devlet feşmekandır…” söylemini. Alın size “en derin devlet” ya da Osmanlardan devraldığımız adıyla “enderun devlet…” Ve yine yeri gelmişken derin devletin en son mağduru rahmetli Erbakan Hocaydı galiba. Onun mağduriyeti “Gümüş motor fabrikası” girişimiyle başlamış yirmi sekiz şubatla sonlanmıştı. Merak eder de, bizim sözünü ettiğimiz derin devletin ilk mağduru kimdi diye sorarsanız? Bu sorunun cevabı çok şaşırtıcı olur. İlk mağdur, tabii ki Mustafa Kemal Paşa’ydı.

1833 yılında, Mısır valisi Kavalalı karşısında üste yenilgiye uğrayan devrin padişahı İkinci Mahmut, Fransa ve İngiltere’den umduğu yardımı alamayınca yönünü Rusya’ya çevirmiş ve Moskofla “Hünkar İskelesi antlaşması”nı imzalamıştı. Bu antlaşmanın gereği olarak Rus donanması gelip Topkapı sarayının karşısına demir atınca zavallı padişah, hünkar kasrının balkonundan hüzünle Marmara’daki manzaraya bakıp “Vah ki vah! Denize düştük, yılana sarıldık.” demişti. Öyle anlaşılıyor ki, Milli Mücadeleye başlarken Mustafa Kemal Paşa da Selaniklilerle bir “Hünkar İskelesi anlaşması” yapmak zorunda kalmış. Devlet kurulduktan sonra Selanik oligarşisi karşısında eli kolu bağlanmış olarak kalınca da dudaklarından İkinci Mahmut’un hayıflanması dökülmüş olmalı: “Ne yazık ki, denize düştük yılana sarıldık!” Zira bir devlet kurucusunun ölümüne kadar, Çankaya köşküne hapsedilmiş gibi yaşaması kolay değil. Tıpkı Osmanlı sultanlarının devşirmeler tarafından Topkapı sarayında “kalebent hapsi”ne mahkum olmaları gibi. Tarih bu; olaylar üzerinden de, insanlar üzerinden de tekerrür ede ede süregelmiş, süregidiyor…

CEVAP VER

Please enter your comment!
Please enter your name here

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.