Ahmet YOZGAT: “Dünya yeniden kuruluyor!” diyor. “Yeni Dünya’nın kuruluş tarihi 2025, bizim için 2023… Bu sebeple Erdoğan, Eski Türkiye ve Yeni Türkiye diye tarif ediyor 2023 öncesini ve sonrasını. Biz ise bu tarifleri Lozan Türkiyesinin İdeolojik Devleti ve Anadolu’nun Özgür ve Demokrat Türkiye Empergamlığı olarak isimlendirmeyi yeğliyoruz. Ancak Tötonların Plânı başka; onlar, kıta devletler kurmak için yola çıkmışlar. İşte ABD, Meksika ve Kanada ortaklığında kurulan NORTA… Ve işte AB adındaki Cermen İmparatorluğu…”
Röportaj: M. Serhat BIÇAK
M. Serhat BIÇAK: Efendim, malumunuz üzre… Önemi oldukça fazla olan bir zaman diliminden geçiyoruz. Bu zaman dilimini yaklaşık on beş yıl kadar öncesinden başlatırsak içinde yaşadığımız coğrafyada yani yaygın söylenişiyle Ortadoğu’da baş döndürücü gelişmeler yaşanmakta… Bunların ilk varanı, Irak devletinin başına gelenler yani Birinci ve İkinci Körfez Savaşları… Ve bu savaşların ikincisinin ardından ülke topraklarının işgali… Varan iki olarak karşımıza çıkan zincir ise Tunus’tan başlatılan kanlı Arap Baharı gösterileri… Gösteriler sonucu yıkılan Bin Ali, Kaddafi ve Mübarek diktatörleri… Olayların son halkası olarak Suriye’iç savaşının başlamış olması ve dört yıla yakın bir süreden beri yıkılamayan son Tiran Esed ve şürekası… Tabi bu arada, unutmadan söyleyelim; Irak’tan önce Afganistan’ın çökertilmesi ve işgali de vardı. Bu işgallerin ve yönetim zelzelelerinin sadece Ortadoğu’da değil etraf bölge ve devletlerdeki yansımaları da göz ardı edilecek gibi değil. Örnek vermek gerekirse kısmen ülkemizde yaşanan ‘çakma Türk baharı’ kalkışmaları ve Ukrayna kaynaması… Kırım’a Rusya tarafından el konulması… Bunların dışında, Ortadoğu’nun diğer devletlerinden Lübnan’da yaşananlar, İsrail’in yakın çevresine ettikleri ve Gazze felaketi… Bahar’ın ardından Mısır’ı yeni bir karanlığa mahkûm eden Sisi Darbesi, Libya’da bir türlü sağlanamayan iç huzur ve Bingazi Darbesi girişimi… Bunların dışında, zaman zaman İran rejimini sarsan iç çatışmalar, Pakistan’ın yaşaya geldiği belirsizlik, Veziristan’daki başıbozuk ortam ve sosyal çalkantılar… Şimdilerde Yemen’de yeniden ısıtılan Zeydi Husi ayaklanması… Son olarak Suriye, Irak ekseninde başlatılan Sünni-Şii çatışması yani adına IŞİD denilen yeni bir El-Kaide kalkışması ve buna benzer sıradışı olaylar… Sizce, bütün bunlara bakarak mevcut siyasal fotoğrafı ve bu fotoğrafın tarihteki yerini nasıl okumak gerekiyor?
Ahmet YOZGAT: Efendim, öncelikle derginizin okurlarına yeniden merhaba demek isterim çünkü bu söyleşi, derginiz sayfalarında okurlarınızla makaleler ve karikatürler dışında ilk karşılaşmamız olacak… Bu nedenle heyecanlıyım.
Öncelikle, konuşmanızın başında önemine vurgu yaptığınız zaman diliminin on beş yılla sınırlı olmadığını belirtmek isterim: Kaosun başlangıç tarihi belli 1975… Bununla birlikte bitiş tarihi de biliniyor, 2025… Kaos Dönemi toplam, elli yıl olarak belirlenmiş durumda… Belirlenmiş diyorum çünkü bu bir proje… 1701 itibariyle tarih sahnesine çıkan ve insanlığın kaderine el koyan Batı Medeniyeti, dünya yı yüzer yıllık “zaman paketleri” hâlinde idare ediyor. Senaryoları derin mahfillerde yazılmış olan bu yüz yıllık dönemlerin başında ve sonunda yirmi beşer yıllık kaos dilimleri yer alıyor; böylece iki, yüz yıl arasında elli yıllık bir süre ortaya çıkıyor. Bu elli yıl içerisinde yer alan, birinci yirmi beş yılda bir önceki yüzyıla ait pratikler ortadan kaldırılıyor. İkinci yirmi beş yılda da yeni yüzyılın karekteristiği belirleniyor. Bu açıklamanın ardından şöyle anlaşılıyor ki son yirmi beş yılda yaşadıklarımız, yeni yüz yılı kurma senaryolarının film çekimi olarak tarihteki yerini almaya hazırlanıyor. Tabi, hayatın her parçasına pençesini takmış olan yüz yıllık değişimler içerisinde, en belirgin olanı, ülke sınırlarının değişmesi… Bu değişimin, daha çok Ortadoğu ülkelerinde yaşandığını görüyoruz zira mevcut sınırları yüz yıl evvel Sykes-Picot adı verilen bir anlaşmanın cetvellerle çizilen palyatif eseri… Yani tabiatı itibariyle zaten yapay sınırlarla birbirinden ayrılan Ortadoğu devletlerinin bordür çizgileri, eskimiş olması hasebiyle sınır memurları tarafından, günümüzde yenileniyor.
Gelelim Ortadoğu’nun deruni yüzüne… Sizin de altını çizdiğiniz gibi burada, dünya haritası üzerinde özel bir konumu olan Ortadoğu coğrafyasının yadsınamaz önemine ben de vurgu yapmak istiyorum. Dünya coğrafya uzmanlarının dilinde bir siyasal kavram vardır: “World hearth…” yani dünyanın kalbi… Bu kavram, Batılı tarihçi ve jeostratejistlerin bulduğu bir tarifkavram olarak bize, önemli ipuçları veren bir içeriğe sahiptir. Terimin bulucusu/savunucularına göre, Cebelitarık Boğazı, Malakka Boğazı, Süveyş ve Pana Kanalı önermeleri içerisinde, dünyanın gerçek kalbi Ortadoğu’dur. Buradan yola çıkarak Batılı uzmanlar; “İstanbul’a sahip olan Anadolu ya sahip olur; Anadolu’ya sahip olan Ortadoğu’ya sahip olur; Ortadoğu’ya sahip olan ise dünyaya hakim olur!” diye tarif ediyorlar keyfiyeti. Yine buna benzer bir sözü vardır Fransız İmparatoru Bonapart’ın. 19. Yüzyılın başında Osmanlı’nın Mısır’ına göz dikmiş olan Napolyon diyor ki; “Eğer dünya tek devlet olsaydı, başkenti mutlaka İstanbul olurdu.” İşte, bu tespitler bize, içinde bulunduğumuz Ortadoğu’nun – en azından Batılılar nezdinde- nedenli önemli olduğunu göstermektedir.
Burası yani Eski Dünya, arzın kalbi oluşu sebebiyle sürekli kaynayan bir kazan görünümündedir; bir başka söyleyişle bu coğrafyanın başı asla dertten kurtulmamıştır ve kurtulmayacaktır.
Bu noktada durup başa dönelim; bidayetten beri dünyaya hakim olmak isteyen Derin Batı ve Emperyal Batılı devletler ve onların ortağı olan Siyonizm, sizin sözünü ettiğiniz gibi yaklaşık on beş yıldan beri değil ta, 1701’e uzanan bir uğursuz süreden beri, o kanlı ellerini Ortadoğu’dan çekmeye yanaşmıyor. Üstelik, “Ostpolitik” olarak adlandırılan bu sürecin biteceği de yok… Hatta bu arada bir tespit daha yapmak isterim, bilinenin aksine; “Ortadoğu’da petrol biter, süreç bitmez.” Petrolün getirdiği zenginlik de yok olur ve bölge, yeniden eski, yoksul çöl hâline döner lakin bölgedeki kaynama sona ermez. Bunun, bir diğer nedeni daha vardır: Açalım! Urfa ile Kahire arası peygamberlerin vatanıdır. Hazreti İbrahim ve Hazreti Musa parantezinin arasında yer alan, adı Kur’anda mahfuz tüm peygamberler buralıdır. Batılılara göre bölge, Tanrı’nın yürüdüğü topraklar olarak betimlenir. Yahudi’nin de bir Ortadoğu tarifinden söz edebiliriz; Onlar da buralara Arz-ı Mevud/ Vaat Edilmiş Arazi diyorlar. Üç semavi dinin hac bölgesi olarak, Müslümanlık, Hristiyanlık ve Museviliğin en kutsal şehirleri burada yer alıyor. Daha sayalım mı? Kitab-ı Mukaddesi’in tarif ettiği Armageddon Savaşı burada olacaktır. Esas itibariyle buralar, Vaat Edilmiş Topraklar değil Vaat Edilmiş Cennet’in ta kendisidir zira Musevi inancına göre Cennet, Nil nehriyle Fırat Itmağı arasındaki bu topraklar üzerinde kurulacaktır; bir başka âlemde değil… Bu ve buna benzer özellikleri, Ortadoğu’yu, Kıyamet’e kadar dünyanın en vazgeçilmez ülkesi olarak kıymetlendirmeye devam edecektir.
M. Serhat BIÇAK: O hâlde ben de bunca açıklamadan sonra yukarıda verdiğim zamanda bir değişiklik yaparak tarihi geriye alıyorum ve sizin verdiğiniz tarihle örtüştürüyorum. Hemen ardında da takvimdeki 1701 yılının anlamını soruyorum. Efendim, bahtsız Ortadoğu’nun başının belaya girişini neden 1701’den başlatıyorsunuz?
Ahmet YOZGAT: Efendim 1701, Tötonların tarih sahnesine süper güç olarak çıkışlarının başlangıcıdır da ondan… Siz, şimdi bana, Tötonların kim olduklarını soracaksınız sanırım. (Gülüşmeler…) İyisi mi, siz sormadan ben söyleyeyim. Tötonlar, bugünkü Batı Medeniyetini oluşturan başaktörlerin üye olduğu bir ırk grubunun adadır yani başta Almanya, İngiltere olmak üzere Fransızlar, Avusturyalılar, İsviçreliler Çekler, kısmen Polonyalılar Töton grubunu oluşturmaktalar. Tarih sahnesine İsa’nın Miladıyla çıkmış olan Töton gruplarının, Hindistan’dan yola dizilip Kafkasya üzerinden, Karadeniz’in kuzeyini izleyen bir rotayla (Ki bunun adı Kavimler Göçü’dür.) Avrupa’ya sarktıklarını yazan tarihin yalancısıyım ben. Ve Tötonların, göç süreci içinde Miladi 500 yılına doğru kendilerini tarif noktasına geldiklerini görüyoruz. O vakitler Avrupa’nın hakimi Roma İmparatorluğudur. Sınırlarına, kuzeyden baskı yapan Ari toplukları Romalılar, Barbarlar olarak tarif ediyorlar. İşte, bu Töton /Barbar gruplarının o zamanki adları, tarih derslerinden hatırladığımız kadarıyla Anglolar, Saksonlar, Allemanlar, Franklar, Ostro ve Vizigotlar, Vandallar, Süevler, Burbonlar, Lombartlar vs.dir. Aradan geçen zaman içinde, bu isimler birleşerek/tekleşerek bugünkü üç ana gövde hâline inmiştir. Bu üç isimden birisi bizim Alman dediğimiz Germanyalılar, İngiliz dediğimiz Anglosaksonlar ve Fransa’yı oluşturan Franklardır.
M. Serhat BIÇAK: Yani Almanya İngiltere ve Fransa aynı ırkın mensuplarıdır mı diyorsunuz?
Ahmet YOZGAT: Evet öyle diyorum: Almanya, İngiltere ve Fransa… Bunların genel adı Tötonlardır ve bu Tötonlar, İngiltere’nin başlattığı Sanayi Devrimi’nden yani 1701 tarihinden beri, dünyanın lokomotifi durumundadır. 1699 tarihi itibariyle Avrupa’daki ilerlemesi durdurulan ve gerilemeye başlayan Osmanlı Devleti, nice zamandan beri Türklerin elinde olan medeniyet kilidini, maalesef Batılılara teslim etmiştir. Bir bakıma Kaos Dönemi’nin başlangıcıi bizim Viyana yenilgimizdir. Bu yenilginin arkasından, güneşi parlamaya başlayan Batı, 18. Yüzyıl’da Anglosaksonların hurucuyla birlikte dünyanın kaderine hâkim olmayı başarmış sayılır. Britanya Saksonlarını, 19. Yüzyıl’da Fransa’nın başına geçen Napolyon Bonapart’la birlikte Fransızlar takibe kalktılar fakat önce Osmanlı Filistin’inde Akka yenilgisi, arkasından Avrupa’daki 1815 ……….. hezimeti ile birlikte başarılarının yarım kaldığını yazıyor.19. Yüzyılın sonunda, 1870 yılında birliğini tamamlayan Prusya, Almanya adıyla Cermenler de bu yarışı sokmuş oldu. Aynı yıllarda İtalya’nın da birlik olup medeniyet yürüyüşüne katılmak istediğini görüyoruz. Lakin tarih, onların başarısının da Fransızlar gibi kısmi kaldığı notunu düşmüş sayfalarına. Birlik kurma ve kolonyalizme dahil olma çalışmalarının arkasından gelen 20. Yüzyıl’da olanları biliyoruz: Yüzyılın ilk yarısında, dünyayı kana bulayan iki Dünya Savaşı yukarıda ismini saydığımız Töton Biraderlerin dünyayı paylaşım savaşından başka bir şey değildir. İmparatorluklar Yüzyılı’nı bitirerek, Ulus Devletler Yüzyılı’na dahil olduğumuz 20. Asır, Tötonların başarı yüzyılı sayılabilir. Bunla birlikte, girmekte olduğumuz 21. Yüzyıl tamamen onların istediği doğrultusunda şekillenmektedir . Bu şekillenme doğrultusunda Tötonlar, gemi azıya almış görünüyor ve dünya treninin tüm kompartımanlarını istemektedirler; hem de her ne pahasına olursu olsun!
Sarışın, mavi gözlü ve soluk benizli olmayı insan evrimleşmesinin son durağı olarak etiketleyen bu ırk demeti, bütün plânlarını ve yüzer yıllık dünya hakimiyeti senaryolarını adım adım kurmaktadır. Soluk benizlilerin, 1701 itibariyle girdikleri uzun vadeli bu yolda kısmen başarılı olduklarını da söylemek mümkün. İki bin yılına dayanan, “Global Aryan Dünya İmparatorluğu” plânlarında herhangi bir aksamadan söz edilemez. Belki, bu yolda yaşadıkları tek pürüz, başlarına gelen iki dünya savaşıydı. Aslında, bu savaşların nedeni de grupların birbirlerine baskın olma telaşı olup sonuçta karlı çıkan yine onlar oldular. Buna rağmen 21. yüzyıla girerken dünya savaşları konusunda anlaşmış görünüyorlar yani Tötonların kendi aralarında dünya savaşlarının üçüncüsü olmayacak; savaş, Ortadoğulu ikinci sınıf devletler arasında geçecek gibi…
M. Serhat BIÇAK: Efendim, vereceğiniz cevabı bildiğim halde yine de sormadan geçemeyeceğim. Peki, 1701’den önce süper güç kimdi bu bir… Sorumun ikincisi; ne oldu da, o tarihte süper güç özelliği el değiştirdi?
Ahmet YOZGAT: Dediğiniz gibi birinci sorunun cevabı sizce de malâmdur ve 1699’a kadarı dünyanın süper gücü yani bir nevi cihanın Amerika’sı Yüce Osmanlı Devletiydi. Yukarılarda söylediğimiz gibi Osmanlar, ilk defa Avrupa’ya yani Tötonlar üstüne yaptıkları ilerleyişlerini Viyana önlerinde (1683) noktalıyor ve girdikleri savaşları kaybediyorlar. Ardından da, 1699 yılında Karlofça Antlaşmasını, ilk kez toprak kaybederek imzalıyorlar. Biliyorsunuz o yıl, tarihçilerin yaptığı kategorizasyonda Osmanlı Devletinin Gerileme Devrinin başlangıcı sayılıyor.
Osmanlının gerilemeye başladığı tarihten iki yıl sonra yani sözünü ettiğimiz 1701 tarihinde Tötonların Anglosakson kolu yani İngiltere, bir teknolojik atak yapıp buhar makinesini buluyor ya da bir saklı el onlara buhar enerjisini armağan ediyor. Aslında, bu gizli elin de kimin eli olduğu, üç aşağı beş yukarı biliniyor: Sözkonusu el, Yahudi’nin elidir. İşte, bu buluştur ki Anglosakson İngiltere’sini bir anda süper güç hâline getiriyor. Artık süper güç olan İngiliz Tötonlarının bir tek ideali vardır: O da tüm dünyaya hakim olmak… Bu idealle faaliyete geçen majestelerinin yenilmez donanması minnacık kıta Britanya’sını kısa sürede “Üzerinde Güneş Batmayan İmparatorluk” hâline getiriyor. Majestelerinin bu ideale ulaşma faaliyeti günümüze kadar hiç hız kesmeden, diğer Töton kollarının yani Almanya ve Fransa’nın da katılımıyla önlenemez biçimde süregeliyor.
M. Serhat BIÇAK: Evet. Peki, efendim bundan sonrası için nelere öngörüyorsunuz? Tırnak içinde bu “Töton belası” başımızdan hiç eksik olmayacak mı ya da Tötonlar, 1701’de çıktıkları dünyayı ele geçirme ameliyelerinde başarılı olacaklar mı? Bu anlamda kurdukları sinsi plânlar hususunda ayine-i devran neler gösteriyor?
Ahmet YOZGAT: Efendim, baştan beri Tötonların, çıktıkları yolda çok da acul davranmadıklarını görüyoruz. Adım adım ve çok sağlam ilerliyorlar. Aceleci değiller. Dünyayı istilalarını ve onun ardından gelecek kayıtsız şartsız hakimiyetlerini, zamana yayarak çok sağlam senaryolar ve plânlara dayandırdıklarını tespit ediyoruz. Anladığımız bir başka gerçeklik de Töton Plânlarının yüzer yıllık olduğudur yani ilk yüzüncü yılın başından yani 1701’den başlayan süreci, 1801, 1901, 2001 gibi dilimlere ayırdıkları belli oluyor. Her yüzyıl bir önceki yüzyıla taban tabana farklı bir biçimde plânlanıyor/formatlanıyor. Her yüzyılın birinci senesinde o asrı belirleyecek baş döndüren bir buluş, dünya sahnesine çıkartılıyor ve buna bağlı olarak insan ve toplum hayatındaki her şey değiştiriliyor. Buna bir örnek verecek olursak, 1701’de insanlık, buhar makinesinin bulunuşuna tanıklık ediyor. Ama bu makine, bulunduğu yüzyılda statik bir konumda ve enerji olarak odunu kullanıyordu. Buradan yola çıkarak bendeniz, 18. Yüzyıla “odun yüzyılı” adını veriyorum. Devam edelim, 1800’lü asra geçince… Efendim, bu asrın başında buhar gücü tren olarak harekete geçiyor ve enerji malzemesi olarak kömürü kullanmaya başlıyor. Bendenizin jargonunda bu dönemin adı, “kömür yüzyılı”dır. Kömür yüzyılı, 1901’de benzinli ve dizel motorların bulunuşuyla sırasını petrole bırakıyor. Artık yeni icat edilen hızlı at koşumsuz bir araç yani otomobil yollardadır. Otomobillerin ve diğer motorlu araçların yollara çıkışıyla girilen yüzyıla adını veren enerji malzemesi petroldür dolayısıyla benim bu yüzyıla verdiğim isim de“petrol yüzyılı”dır. Petrolün saltanatı, 2001 yılı itibariyle bitmiştir. Bu nedenle günümüzde ülkelerin yollarında hibrit otomobiller, elektrikle ya da güneş enerjisiyle çalışan araçlar dolaşmaya başlamıştır. Otomotivciler için petrolü kullanmanın son tarihi 2025 olarak önümüzde duruyor. Ki ilk olarak İsveç devleti, bu konuyu kanunla noktaladı. Zaten otomotiv AR-GE departmanları, yıllardan beri, yoğun bir tempoyla bu yüzyılın enerjisini aramaktadır. 21. Yüzyılın enerjisinin atmosfer ve güneş olma ihtimali neredeyse kesin gibidir. Yani bu yüzyılda araçlar, kullanacakları enerjilerini, aynen insanlar gibi soluyarak atmosferden sağlamak kolaylığına erişeceklerdir. Bu arada, öngörümüzü biraz daha devam ettirmemiz gerekirse gelecek yüzyılın enerjisi yani 2101’den sonra ener yoktur. Açıkçası yüz sene sonra enerjiye gerek kalmayacaktır çünkü Töton laboratuarlarında uzmanlar, yerçekimini ortadan kaldırmanın yollarını aramaktadırlar. Işınlanma, bu yollardan biridir. Işınlanma konusunda da tıpkı Hazreti Süleyman’ın Saba Melikesi Belkıs’ın tahtını, Yemen’den Filistin’e taşıması örneğinde olduğu gibi Batılıların da başarıya ulaşacakları görülüyor.
Bu arada, bakışlarınızdan konuyu genişletmiş olduğumu ve bölümün başında sorduğunuz sorunun cevabından uzaklaştığımı anlıyorum, şimdi gelelim sorunuza…
M. Serhat BIÇAK: Bundan sonra ne olacak diye sormuştum.
Ahmet YOZGAT: Geçen yüzyılı ulus devletler şeklinde planlayan Töton senaristleri, 2001 itibariyle ulus devlet formatına noktayı koymuş oldular. Bu yüzyılın devlet formatı “Kıta Devletleri”dir. Artık 21. yüzyılda kıta devletlerinin kuruluşuna şahit olacağız, demiyorum zaten yıllardan beri oluyoruz. İşte, ilk örnek Avrupa Birliği… Aslında orasının adı Avrupa Birliği değil Avrupa Kıta Devletidir. İşte Norta… Yani Kuzey Amerika kıtasında ABD, Kanada ve Meksika arasında kurulan birlikten söz ediyorum. Norta’nın adına da Kuzey Amerika Kıta Devleti dersek daha doğru söylemiş oluruz. Takvim devam edecek ve sırasıyla diğer kıtaların devletleri oluşturulacaktır. Bunları sayacak olursak Asya Kıta Devleti, Güney Amerika Kıta Devleti en son olarak da Afrika Kıta Devletidir. Bu üç devletten son ikisi plân aşamasındadır ancak Asya Kıta Devletinin kuruluşu halen uygulama safhasında olup süreç, Irak’a baba Bush’un saldırmasıyla başlamış bulunmaktadır. Şu an yaşananlar da Asya Kıta Devletinin kurulma çalışmalarından başka bir şey değildir.
M. Serhat BIÇAK: Yani ABD, Irak’ta Asya Kıta Devletini kurmak için mi bulunmaktadır? Hani petrole sahip olmak, enerji kaynakların ele geçirmek filan…
Ahmet YOZGAT: Yukarıda da değinildiği üzre, Irak’ın işgalinde amaç asla petrol değildi; şimdi de değil… Hatırlayınız; bir üst bölümde, petrol yüzyılı bitti demiştim. ABD’nin Ortadoğu işgalinde petrolden söz edilmesi, derin Töton amacının üzerini örtmek için uydurulmuş hayali bir gerekçe olup aslı astarı yoktu. Çünkü bugün itibariyle dünyanın on yıl sonrasında petrol diye bir kıymet kalmayacaktır. Bilindiği gibi petrol bölgelerindeki rezervlerin bitiş tarihi 2025 yılı civarıdır. Dolayısıyla geleceği olmayan bir değer için Amerika’nın, neredeyse bir katrilyon dolara ulaşan Irak işgal bedelini ödemesi akıl karı olamaz.
M. Serhat BIÇAK: Efendim, fikirlerinizi bizimle paylaştığınız ve zamanınızı ayırdığınız için teşekkür ederim.
Ahmet YOZGAT: Ben de efendim… Fikirlerimi kamuoyuna duyurmamda yardımcı olduğunuz için müteşekkirim.
emeğine sağlık Ahmet abi güzel bir makale