Başlık doğru… ancak bir eksiği var; İran eski İran da, Türkiye eski Türkiye değil. Efendim; yazsam bir dert, yazmasam bir başka dert… Şu İran meselesi diyorum: Bendeniz, “Komşularla sıfır sorun” olarak adlandırılan Türk hükümet politikasını önemseyenlerden biriyim; bu itibarla etrafımızı çevreleyen ülkelerin aleyhine sayılabilecek yazılar kaleme almak istemiyorum. Ne Suriye ile ne de İran ile ilgili ve hatta ne de bir başkasıyla… İyi de… Komşularınız, sizin “pembepolitik” tavrınızla uyuşmayan davranışlar içerisinde ise ne yapacaksınız? Bir sabır, iki sabır… Ee, her karakalemin de bir sebat sınırı var değil mi efem; sonunda o eşik geçiliyor, sıradan “karakalemlik” bir başka şekle evriliyor ve elinizde tuğunuz “yazgaç” bir anda kurşun kalem oluveriyor. Ya da “tükenmez” dediğiniz kalemde tanıdığınız opsiyonlar nihayete eriyor ve kalem oluyor “tükenir kalem.” Haydi, gel de yazma! Çaresiz yazacağız.

Yukarıdaki bir paragraflık girizgâhtan sonra gelelim şu İran’ın can acıtan meselesine… Herkesin, “Arap Baharı” olarak adlandırdığı, bendenizin ise “yalancı Arap baharı” ismini verdiğim Tunus/Mısır hattındaki gelişmelerin iri bir “çıngı”sı Suriye cenahına sıçradığında -ne hikmetse- Türkiye, duruma bigane kalmadı/kalamadı ve olağanından fazla müdahil oldu. Aynı anda “Pat!” dedi ve İran/Kasr-ı Şirin sınırı hareketlendi. Uzunca bir süreden beri, haber bültenlerinde göremediğimiz İran Kürt ilişkisi fokurdamaya durdu ve Tahran ordusu, Kandil dağında operasyona başladı. Bilindiği gibi Hakkari’ye kuş uçuşu doksan kilometre uzaklıkta olan Kandil, 3500 metreyi geçen rakımıyla Irak ve İran sınırının üzerinde kurulu olan dağlık bir bölgedir yani bu dağlık bölgenin büyükçe bir yüzü Irak’a bakarken diğer yüzü de İran’a dönük olarak yükseliyor… Derin vadilere ve sarp yamaçlara sahip bu dağlar, bugün kontrolsüzlüğün kontrolünde yani on yıl evvelinde Lübnan Beka’a vadisi ne ise günümüzde Kandil yamaçları da benzeri bir işlevi yerine getiriyor. Mağarası bol, kayaları yalçın olan bu yamaçlarda, üç birim halinde teröristler yuvalanmış durumdalar: Dağın doğuya bakan yüzeyinde İranlı Kürt PJAK’lı haydutlar, batı ve güney yamaçlarında Suriyeli Kürtlerden müteşekkil PKSK’li haramiler, orta ve kuzey koridorda ise Türkiye’li PKK vurkaççıları… Her ne kadar bunlar, üç grup gibi görünseler de aslında tek bir örgütün çatısı altındalar; suyun başındaki hain devler ise ” bizim çocuklar”dan oluşuyor yani Türkiye’li Kürtlerden… İranlı PJAK’lılar da, Suriyeli PKSK’liler de PKK’nın kurdurduğu yan kuruluşları olarak iş görüyor.

iran-bayragi

Ne demiştik yukarıda; “Suriye kazanı kaynamaya başladığında İran, Kandil’de operasyona başladı.” Az buz değil; söz konusu olan bu operasyon oldukça “essah” bir hamleydi ve bu nedenle haftalarca sürdü. Savaş arazisi, kendi sınırları dahilinde olduğu için dış dünyadan tepki almayan Tahran ordusu hem karadan, hem havadan (neredeyse hem de denizden) öyle bir vurdu ki, PJAK’lıların “zıbıdını çıkardı.” Neredeyse İranlı Kürt asilerinin kökünü kuruma noktasına getirdi. PJAK güçleri bozguna hâlinde geri çekilirken PKK liderleri, Tahran’dan özür üzerine özür dileyerek, internet sitelerinde “çok ağır kayıplar” verdiklerini ve “PJAK gerillalarını” geriye yani Irak topraklarına çektiklerini açıklamak zorunda kaldılar.

Bu operasyon sonunda, daha önce olmadığı şiddette, “baş bitleri”ne ağır bir darbe indiren İran, PJAK’ı pes ettirip topraklarını teröristlerden ilelebet temizlemişti. Ama daha evvel zaman zaman yaptığı gibi operasyonu ülkenin sınırından noktalamadı ve harekata katılan askerler geriye çekilmediler. Tahran, bu sefer “yola devam” dedi ve PJAK kalıntılarını demir ökçesiyle “birer sinek gibi” ezip üzerlerinden atladı ve kimsenin (özellikle Karayılan ve avanesinin) ummadığı bir şekilde havadan ve karadan PKK’nın üzerine bir karabasan misali çöktü. “Karayılan örgütü” gafil avlanmıştı. Tabir yerindeyse İran, bu hamlesiyle “sessiz sedasız ya da tereyağından kıl çeker gibi” örgütün lider kadrosunun “alayını” tutsak etti.

O zafer gününde, İranlı yetkilerinden biri, TRT aracılığıyla PKK lideri Murat Karayılan’ı yakaladıklarını duyurdu. Bu haber Ankara’yı ayağa kaldırmaya yetmişti; yalnızca Ankara’yı mı, dünyanın konuya ilgi duyan diğer merkezleri de kulaklarını dikip yönlerini Kandil’den gelecek yeni haberlere çevirdiler. Telefonlar işledi, Türk Tahran misyonu, Dışişleri Bakanlığı yetkilileri hatta bakan Davutoğlu İran’la irtibata geçti. Fakat İran, nedense vakit geçirmeden verilen haberin yanlış olduğunu duyurdu; oysa haber doğruydu. İran’ın yalanlamasına bağlı olarak bizimkiler de haberin asılsızlığından ve bir isim benzerliğinden söz ettiler. Güya yakalanan Karayılan değil onun ismine benzeyen bir başka ve sıradan bir teröristti… Haber bültenleri ve gazeteler bir iki gün içerisinde meseleyi unuttu bu arada Karayılan’ın akibeti de açıklığa kavuşturulamadan nisyana terk edildi.

Kanaatimizce, sadece Karayılan değil PKK’nın tüm İranlı ve Türkiye’li yöneticileri, Acem savaşçıların eline geçmiş durumda; şu anda onlar, ya Tahran hapishanelerinde ya da Kandil mağaralarında oluşturulan geçici bir yerde gözaltındalar. Yani İran’ın işin başında, TRT aracılığıyla verdiği haber doğruydu ve verilen beyanatla Ankara durumdan haberdar edilmişti. Türk yetkililer olaya müdahil olunca da iki tarafın anlaşmasıyla haber yalanlandı, kamuoyundan gizlenerek Ankara – Tahran hattında bir pazarlık masası kuruldu. Zaten İran’ın istediği de buydu, sonunda Türkiye’yi “Kasr-ı Şirin” çizgisine çekmiş oldu.

Binlerce yıllık siyasi tecrübeye sahip olan, bununla birlikte satranç oyununun mucidi sayılan İran, çok profesyonel bir atak yaparak üç parça hâlindeki PKK güçlerini Kandil’in merkezinde toplamış, bir bakıma hedefine Türkiye’yi oturtmuş olan terörist sayısını üçe katlayarak, etraflarını kuşatmış daha da öte giderek örgütün başta Karayılan olmak üzere tüm “politbüro”sunu esir etmişti. Durumu kontrolü altına alınca da plânının üçüncü aşamasına geçmiş, bir taraftan Türkiye ile pazarlığa girişirken diğer yandan bir iç darbe yaparak PKK’yı ele geçirmiş ve örgüte yeni bir lider atamıştı. Bu yeni lider Suriyeli PKSK’lıların “serok”u Feyman Hüseyin, kod adıyla söylemek gerekirse Doktor Bahoz’du.

İsmi, “bu âlemde” son iki yıldır duyulmaya başlayan yalancı doktor Feyman Hüseyin, Suriyeli Kürtlerdendi. Bahoz kod adlı Feyman, terör örgütünün şahinlerinden sayılıyor ve zaman zaman başına buyruk hareket ediyordu. Bu sahte doktor, elinin altında bulunan 1500 kadar Suriye Kürt’ünü kontrol ediyor ve doğduğu ülkenin içinde yer alan “küçük Kürdistan”ı kurtararak “Büyük Kürdistan”a bağlamak amacını güdüyordu. Hemcinsi Türkiyeli ve İranlı Kürt teröristler gibi… Ancak ne hikmetse Bahoz Efendi, şimdiye kadar “kurtuluşu için görevlendirildiği Suriye toprakları”nda hiç bir eylem yapmamıştı; bununla birlikte boş durmayarak bombalarını Türkiye topraklarında patlatmaktan da geri durmaya niyetinin olmadığını göstermişti.

Peki, kimdi bu çakma doktor Feyman Hüseyin? Bu sorunun cevabını ben, kızıma söyleyeyim ancak gelinim anlasın: Kimin elinin kimin cebinde olduğu belli olmayan “Kandil terörist şirketleri” içinde İran Savama’sından, Türkiye MİT ya da JİTEM veya Ergenekon’una, Suriye Muhaberat’ından, İsrail Mossad’ı, ABD CIA’si, Fransız SDECE’si, Alman BND’si, ve İngiliz MI5’i ve burada adını saymaya gerek duymadığım başka ülkelerin başka başka gizli servisleri cirit atmakta olduğu ehlince biline geliyor. Sanki yukarıda saydığımız ülkelerin gizli servis ajanları, kardeş kardeş anlaşarak bir araya gelmiş, PKK ve uzantılarını maharetle yönetiyor, zavallı Kürt delikanlılarını kandırıp Kandil’de “cem ediyor,” onların eline “keleş” tutuşturup beline intihar bombası sararak, memuru oldukları devletler adına terör taşeronluğu yaptırıyordu. İdare, zaman zaman el değiştirerek, örgüt değişik ülkelerin nüfuz sahasına giregeliyordu. Bununla birlikte, teröristler içinde her ülkenin ayrı bir birimi faaliyetini sürdürecek aralığı buluyordu.

iranaskeri

İran’ın yaptığı son atakla PKK bir kez daha el değiştirdi ve Tahran’ın kontrolüne geçmiş oldu. Buraya büyük harfle bir kez daha yazıyorum: ŞU ANDA PKK, İRAN’IN KONTROLÜNDEDİR. Eğer Tahran isterse elinde esir olarak tuttuğu PKK şeflerini birkaç saat içerisinde Türkiye’ye teslim eder veya kellelerini kopartarak onları ilelebet yok eder. İşte, şu anda İran’ın elindeki koz budur. Tahran, müttefiki Suriye ile anlaşarak Muhaberat’ın adamı olan Feyman Hüseyin’e PKK’yı teslim etmiş görünüyor. Bununla kalmıyor ve elindeki kozun ne kadar önemli olduğunu göstermek için onu, Türkiye’ye saldırtıyor. Silvan ve arkasından gelen bir dizi eylem İran’ın pazarlık masasına oturmak istediği Türkiye’ye ne kadar ciddi olduğunu göstermek için yapıldı. Ancak Türkiye, ilk elde İran’la masaya oturmayı ve PKK’yı pazarlık konusu yapmayın reddetti. Bu reddiyesini de apar topar sınır ötesi operasyonu yaparak göstermiş oldu. Ancak İran’ın elindeki koz çok çok çok önemli! Ankara, bunun farkına vardığında toplantı üstüne toplantı yaparak, çok seçenekli durum değerlendirmesi yaptı. Acaba İran’la anlaşsa mıydı? Çünkü eline, böyle bir fırsat 1983’ten bu yana ilk kez geçiyordu. Ancak masada çok bilinmeyenli bir denklem vardı ve bu itibarla karar vermek pek müşküldü.

Türkiye ve İran arasındaki çok bilinmeyenli denklem oyunu, tabii ki Suriye’yi de çok mutlu etmiş olacak ki Esad, Ankara’nın vereceği cevabı kolaylaştırmak için ülke çapında yapmakta olduğu askeri operasyonlara son verdiğini duyurdu. Bu kararıyla Suriye’nin niyeti, Türkiye’ye durumdan haberdar olduğunu ve bir an önce İran’la masaya oturması gerektiği yoksa… mesajını vermekti. Ancak Esad Efendi, şimdilerde Ankara’nın gözü üzerinden ıramışken “hazır fırsatı da kaçırmak istemiyor” ve sivil kıyımına devam ediyor. Suriye, haddi aşan mezalimine devam ederken Türkiye’de de Dr. Bahoz saldırılarının sıklaştığı görülüyor. Bu arada, yapılan eylemlerde şimdiye kadar pek rastlanılmayan bir durum yaşandı; Tunceli’deki saldırılara katılan teröristler arasından ele geçenlerden birisi İran uyruklu çıktı. Anlaşılan o ki İran, sonunda kendi Kürtlerini de Türkiye’ye yöneltmiş durumda yani işi sıkı tuttuğu ve dünya beyleri PKK kartını çekip elinden almadan kafasındaki plânı gerçekleştirmek istiyor.

iran2

Peki; İran, pazarlık masasına çekmeye çalıştığı Türkiye’den ne istiyor? Aslına bakarsanız, Tahran’ın bizimkilerden istediği çok şey değil. İslam Cumhuriyeti, komşusunun Ortadoğu’da ABD ve İsrail’le değil kendisiyle hareket etmesini arzu etmektedir. Birkaç yıldan beri Türkiye de, Tahran’ın bu temennisine karşı durmamış, Ak Parti iktidarı süresince İran’ı da “sıfır sorun siyaseti”ne dahil etmişti. Bununla da kalmamış “Farsların nükleer sorunu”nu Brezilya’yla birlik olup Birleşmiş Milletler’de hâlletmeye uğraşmıştı. Daha ne yapsın? Bu, tam bir kardeşlik politikasıydı; anlayana… Ülkemiz aynı “İslam kardeşliği”ni Suriye konusunda da göstermiş ve “Baas klanı”nın başındaki genç adama “hakkı ve sabrı tavsiye” etmişti. Ancak anlaşılan o ki, İran’ın “mazluma arka çıkmak” gibi bir önceliği yoktu. Zira Tahran, “arkaladığı zalim Baas iktidarı”nın yanında Türkiye’yle çıkar çatışmasına girmişti. Bununla yetinmemiş, daha da ileri giderek Türkiye’nin yumuşak karnı, terör konusunu koz olarak kullanmanın plânını yapmış ve PKK örgütünü ele geçirerek eli kanlı teröristleri, bayram-seyran demeden, kuduz köpek gibi üzerimize saldırtmaya başlamıştı.
***
Geldiğimiz nokta… Evet şu anda PKK İran’ın kontrolünde… Ancak bu durum ne Amerika’nın ne de “Barzanistan”ın hoşuna gitmiş görünmemekte. Barzani, ilk defa ciddi ciddi PKK’ya karşı çıkıyor ve teröristlerin, bir an önce topraklarını terk etmesini istiyor; bu kararıyla da onları, Kuzey Irak’tan kovmaya kararlı olduğunu göstermiş oluyor. Peki, bu arada Amerikan ne yapıyor? O da on yıldan bu yana, PKK’ya karşı takındığı olumsuz tavrını teoriden pratiğe geçirmeye karar vermiş anlaşılan. Irak ordusuna mensup askerlerle Kandil eteklerinde devriye gezeceğini ve terör örgütünün ikmal yollarını keseceğini deklare ederek Ankara’ya zeytin dalı uzatıyor. Merkezi Irak da gruba umuş görünmekte; bir yetkilinin ağzından gerekirse Irak ordusunun “PKK operasyonu” yapabileceğini duyurmakla kalmıyor ve Ankara’ya peş peşe görevli yollayarak görüş alış-verişinde bulunuyor.

Kuzeyi Irak’ın, merkezi Irak’ın ve ABD’nin harekete geçmesinin nedeni, “Farsi düşmanlarının” kontrolüne geçen PKK’yı Tahran’ın elinden çekip almaktır. Bunu en kolay yolunun da örgütü, Kandil’den uzaklaştırarak yapmak olduğunun farkındalar, takındıkları tutum bu farkındalığın gerektirdiği kararı verdikleri anlaşılıyor.

Bu durumda İran, PKK’nın kontrolünü uzun süre elinde tutamayacağını fark etmiş olmalı… Bu düşünceyle giderayak, BTÖ (Dr. Bahoz terör örgütü)’nün saldırılarını azdırarak Türkiye’yi dize getirmeye uğraşmakta olduğu gözleniyor. Peki, İran’ın bu uğraşı boşuna sayılır mı? Kanaatimce sayılmaz. Öyle sanıyorum ki, bu arada ince hesaplar yapan Türkiye, ilk öncelik olarak “Terör belası”ndan kurtulmaya karar verdi ve İran’la masaya oturdu gibime geliyor. PKK’nın, Karayılan başkanlığındaki tepedeki idareci kadrosunun “kellesi” karşılığında Tahran’ın istediğini yaptı ve birinci hamle olarak İsrail’e “restini çekti.” Aylardan beri minyatür dalgalar arasında sallanıp duran Mavi Marmara gemisi; “Vira Bismilah!” komutuyla tam yol ilerlemeye başladı. “Pireden deve yapmayı” pek beceremeyen ülkemiz, tarihinde ilk defa “pireden deve değil, dinozor yaptı” ve Siyonist tarihçesinde, hiç kimseden böyle bir karşılık görmemiş olan İsrail’i öyle bir sarstı ki “Kneset’le birlikte tüm dünya da sarsıldı. Şu anda herkes, ikinci “van minit” şokunun obez hâlini yaşıyor. Amerika, Almanya ve Batı dünyası ne edeceğini bilemez bir hâlde “Ankara cihetinden, İsrail’e atılan posta”nın sonucunun nasıl olacağını beklemeye başladı. Arap âlemi “van minit kahramanı Erdoğan”ı ikiyle çarptı, üzerine 1923 ekledi. Bunun için Amerikan gazeteleri; Eğer Erdoğan, Gazze’ye giderse “Tanrı gibi karşılanır…” başlıklı yazılar yayınlamaya başladı.
Bu arada Erdoğan’ın, “Doğu Akdeniz’de savaş gemilerini daha çok dolaştırmak” hamlesini de atlamamak lazım. Ne demek “Doğu Akdeniz’de savaş gemilerini daha çok dolaştırmak?” Barbaros, dört yüz sene sonra yeniden sefere çıkıyor anlamına gelen bu karar, İsrail’in ağzına “lenger atmak” ve şımarık oğlanı kendi haliçine hapsetmek sayılabilir. Ak Parti hükümetince verilen bu karar, yerinde bir hamledir ve bu atağın anlamı, şaşkını daha fazla şaşırtarak “kıç üstü çökertmek”tir. Bununla birlikte ölçüyü kaçırmamak gerekiyor. Peki, başta ABD olmak üzere, Türkiye’nin bu ataklarının sersemliğini bir süre sonra üzerinden atacak olan Batı dünyası kendine gelince, İsrail ve Yahudi diaspora lobilerinin kışkırtmasıyla ne/neler edebilir? Hiç, ne etsinler; durumu kurtarmak için bir iki “hık, mık” eder ve susarlar. Çünkü bu arada Ankara, kıldan ince bir atak daha yaparak ABD ve Batılıların çok istediği füze kalkanını, Diyarbakır’ın ya da Malatya’nın Pirinçlik veya benzeri eski Nato üssünde, hem de İran’a karşı konuşlandırmanın inşaatına başladı bile. Durum bu; Ankara’da herkesin ağzına çalınacak bal varmış anlaşılan.

Bendeniz bu makaleyi kaleme alırken, İran Cumhurbaşkanı Ahmedinecat, Suriye’yi uyarmakta ve Beşar Esad’a halkının arzularına karşı direnmeme tavsiyesinde bulunmaktaydı. Anlaşılan o ki, masadaki cebir denklemi çözülme yoluna yönelmiş durumda… Ee, ne diyelim efendim; hayırlı olsun!

ahmedinejjad

Sonuç… İran’ın plânı, Türkiye’nin işine yaradı ve Tahran eliyle PKK bitme noktasına geldi. Kuzey Irak ve bu arada ABD, terörist taşıyıcısı olmaktan kurtulma sürecine girdi. İsrail’in atmış üç yıl süren şımarıklığına ilk kez bir “büyük azarı” geldi ve buna bağlı olarak “korsan devlet” tarihinde ilk defa “süt dökmüş kedi gibi kuyruğunu altına çalıp” köşesine pustu. Suriye, İran’la çuvala girmenin kendisine fayda yerine zarar vereceğini anlamaya başladı. Mısır, Türkiye’nin yörüngesine girdi. Arap âlemi, kesin kararını verdi: “Arapların Türk’ten başka dostu yoktur!” dedi. Kürt halkı, PKK cenderesinden kurtulma bayramının arefesine erişti. Dünyanın şımarık oğlanı İsrail gibi Türkiye’nin şımarık oğlanı sayılan “faşist Kürt ırkçılığı” geri vitese taktı ve ne yapacağını bilemez bir hâlde ve deli danalar gibi ortalıkta dönmeye başladı. Bu durumda biz de ne diyelim? Tabii ki “Allah!” dedik. Yozgatlı Ahmet biraderiniz de Allah’ın iziniyle bu makaleyi tekmil etti. Son söz olarak da; “Her şeyin doğrusunu yine de Alim olan Allah bilir.” diyerek helâllik diledi

Twitter : https://twitter.com/a_yozgat - Facebook: https://www.fb.com/Ahmet-Yozgat-125248547525424

Bir yorum bırakın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.