Aslında yazının başlığını “Ak Parti Tarihine Giriş ve Çıkış” koymaya niyetlenmiştim lakin “O Şimdi Asker!” darbı meseli aklıma geldi birdenbire ve başlık değişti, Pak Parti oldu. Hatta Pak Parti yerine Apak Parti bile denilebilir diye geçti içimden. Apak’ın açılımı mı? Anadolu’ya “perçin”lenmiş Ak Parti gibi bir şey işte! Tabi bir de “Hüma kuşu” var; bu da başlığa şiirselliğini veren yan argüman…
12. Cumhurbaşkanı –ki artık ona da yavaş yavaş ve kestirmeden “Başkan” diyebiliriz- 27 Ağustos’ta gerçekleştirilen Ak Parti Kongresi’nde “bir başka telden, bam telinden” konuştu. Oysa on iki yıldır çaldığı tel başkaydı; zaten, bu konsept ve konuşma değişimini de “Bugün Doğum Günü!” diye ilân etti ve önemli bir tespite bağladı. Bu cümleyle o, konuşmasında Yeni Türkiye’nin doğum gününe işaret etmişti ancak bize göre, asıl doğum günü, Ak Parti’nindi ve böylece “Eski Ak Parti” den, “Yeni Ak Parti” ya da Pak/Apak Parti doğmuş oldu. Buna bağlı olarak da “Yeni Parti”nin idare edeceği, “Yeni Ülke”nin yol startı verildi zaten onun adına da “Yeni Türkiye diyordu “zamanın Başbakanı.”
Aynı konuşmada, yeni doğumla ilgili olarak,” Küllerinden…” tabiri kullanıldı; bu mühimdi. Bu sebeple istiyoruz ki yazıyı bu kanaldan yürütelim: Malûm, masallarda adı geçen devasa bir kuştur Anka… Başka başka adları da var, bir bakıma bizim Anka, isim zengini. Mesela, Feridüddin Attar’ın tasavvuf ve seyr-ü süluku remz ettiği Kuşname kitabında ona Simurg deniliyor. Mısır taraflarında olduğu gibi İbis Kuşu da bir başka kültürdeki adı bizimkinin. Bir de Kaknüs var, galiba bu isim daha batıda dillendiriliyor. Bitmedi: Dede Korkut Destanları’nda sözü edilen Tuğrul kuşu da bir başka adı sihirli Anka’nın. İlaveten, bizde, “Kuşun yere düşüp ölmediğini ve dünyanın Sultan Süleyman’a kalmadığını” anlatan halk türküsündeki adı var masal kuşunun ve bu türkünün sözlerinde “Hüma Kuşu” olarak geçiyor. Masal tekellümcüleri, bal damlayan anlatımlarında Hüma’ya -kısaca- “Zümrüdüanka” adını takıyorlar. Adı her ne olursa olsun bu masal kuşunun en önemli özelliği, ömründe bir tek ve tek bir tane yumurtlaması ancak yavru kuşun doğumu o yumurtadan olmuyor, ölümü ondan oluyor. Mübarek kuş, yumurtlama esnasında o kadar çok ateşleniyor ki ateşi, naif vücudunu yakıp kül ediyor. İşte, o an Anka’nın yeniden doğumu da başlamış oluyor ve masalların efsanevi kuşu, Kaf Dağı’nın doruğunda, taptaze ve yepyeni bir varlık şeklinde kendi küllerinden doğuyor. Tabi, mitolojik kuşunun hikâyesi burada bitmiyor. Konuk olduğu masalların içinde de önemli bir görevi var. Şöyle ki: Masal yolculuğunda, yanlışlıkla “Akkoç”a bineceğim!” derken yanlışlıkla “Karakoç”a binen ve bir anda kendisini “Karanlık Dünya”da bulan şehzadenin durumu kritik hatta fecaat! Göz açıp kapayana kadarlık bir sürede düşürüldüğü “Karanlık Medeniyet”ten kurtulması ve “Aydınlık Dünya”daki “Kadim Kökleri”ne yani aslına dönmesi lazım geliyo ama nasıl? Masal bu ya; şehzade, bunun yolunu bir şekilde buluyor. Aslında yol önemli değil, önemli olan Zümrüdü Anka’nın bu yolculuğa vasıta olmayı kabul etmesi. Lakin bir şartı var: Güzergah dik, uzun ve yorucu… Bu eziyetli yükseliş esnasında kuşun, “Gak deyince ete, guk deyince suya…” ihtiyacı olacak… Bunun için kırk fıçı su, kırk koca kazan et gerekmekte; Peki, şehzade bunu bulabilir mi?
Şehzadenin bir plânı var ki Anka kuşuna; “Bundan kolay ne var!” diyor. “Sen, onu bana bırak…” Doğal olarak kuş, bu hususu ona birakıyor. Ve masal bu şekilde devam edip mutlu sona ulaşıyor.
Biliyorsunuz, devletin tepesinin kullandığı bir uçak vardı; adı Ata… Ona icap ettiğinde Başbakan ya da Cumhurbaşkanı binebiliyordu yani “iki kardeş” idare edip gidiyorlardı. Bu minval üzre aradan epey bir zaman geçti ve zaten, mütevazi bir tayyare olan Ata’nın da sonu göründü. Bu durumda “Eski Türkiye’nin makam uçağı”nın ya tekaüte ayrılması ya da bir başka hatta, istihdam edilmesi kendi kaderi. Ne diyelim, hakkında hayırlısı!
Köşkte devir-teslim töreninin yapıldığı gün, “Cumhurun Başı” için ısmarlanmış olan ve bir rivayete göre fiyatı Dört yüz milyon doları bulan, Airbus marka devasa uçak, Amerika’dan yola çıkmıştı; bu yazının kaleme alındığı zamanın sonuna kadar Esenboğa’ya konmuş olmalı. Malûmaliniz, bu Airbuslar bir acayip tayyareler ve uçak milletinin en alamet şeyleri yani istenirse içine, en azından iki tane Ata uçağını alacak kadar büyük, belki daha da çok, öylesine azman şeyler… Bir bakıma Airbuslar, uçakların Zümrüdüankası…
Henüz Başkan’ın uçağının adı yok; bu da bizim kıyağımız olsun Sayın Erdoğan’a: Uçağın adı bu yazıyla birlikte kondu bile: Zümrüdü Anka…
Ne demişti masaldaki şehzade; “Bundan kolay ne var; sen, o işi bana bırak!” Hadi bıraktık; işte şehzade, işte Anka Kuşu…
Köşkteki devir teslim törenine yüze yakın ülkenin temsilcisinin katılmış olmasını fakir, çok önemli buluyorum; üstelik, bunlardan yirmiye yakını da bizzat devlet başkanı… Bu demektir ki Zümrüdü Anka uçağına çok iş düşecek: En azından ve ilk önce, törene katılan yirmiye yakın başkana yapılacak iade-i ziyaret var. Anka Zümrüt, Kıbrıs’a ve Azerbaycan’a çoktan uçma hazırlıklarına başlamış olmalı bile. Ardından diğer başkanların memleketleri ve öteki temsilciler gelecek…
“Gak deyince et, guk deyince süt…”e gelince… Başkan, “Uçakların dev anası”nı aldığına göre, kafasında önemli listeler olmalı. Hem ziyaret edilecek ülkeler, hem de ziyaret yoldaşları açısından Kaf Dağı’nın Zümrüdü Anka’sına ihtiyaç duyuluyor zahir. Buradan çıkan sonuçlardan biri şu ki; yeni dönemde “terleyen” sadece Cumhurbaşkanı olmayacak; ter denizinde yüzecekler arasında işadamları ve tüccarlar ve sanayiciler de epey bir yekun tutacak yoksa “Yeni Türkiye”nin “Gak deyince et, guk deyince süt” isteyen ekonomisini doyurmak mümkün mü?
2023’ten söz ediyoruz… “Vizyon” biçileli neredeyse beş sene oluyor. Önümüzdeki dokuz yıl içinde trilyon dolarlık bütçe, yarım trilyon dolarlık ihracat, yirmi bin doları geçen fert başına gelir ve bilmem ne kadarlık turizm kazancı… Burada evin reisi; “Herkes işbaşına, kalk borusu çaldı!” diye ünlüyor, sembollerle de olsa. “Yan gelip yatma devri”nin sona erdiği anlaşılıyor bu sembollere bakınca. Ve anlaşılan o ki reis, horantayı ayağa kaldırırken; “Şimdi; “Aydınlık dünya”ya çıkma zamanı…” diye uyarmadan geçmiyor. “Zümrüdü Anka Yolcu!”
Gelelim “Hüma Kuşu yere düştü; ölmedi.” diyen habere yani yazının başlığına… Ne demiştik? Dediğimiz şuydu: “Ak Parti, Pak Parti oldu!” Peki, nasıl oldu da böyle oldu? Türkü haber veriyor ya; Hüma Kuşu, yere düşer fakat asla ölmez; küllerinden doğar. Sultan Süleyman bile ölür lakin Hüma ancak yere düşer; hâliyle tekrar doğrulmak için…
Ajanda’nın Yayın Yönetmeni Sevgili Serhat Bıçak’la birlikte, Kanal 5 televizyonunda “Haftaya Bakış” programında birlikte oluyoruz. Serhat’ın moderatörlüğünde yapılan programda fakir, yorumcu olarak sandalye işgal ediyorum. Lütfederseniz, her cumartesi günü 18’de… Gerek Ajanda’daki yazılarımızı takip eden, gerekse programımızı izleyen dostlar bilirler ki bu kalem, Ak Parti’nin bir “ekol partisi” olarak kurulduğunu iddia etmekte; lafı evirip çevirmeden ve dikine söyleyelim: “Amerikan Ekolü”nün partisi… Onun bir önceki muadili sanılanın aksine Erbakan’ın Saadeti değil, Özal’ın Anavatanı’ydı. Bir bakıma Ak Parti’nin anası sayılan Anavatan, 1993’te yere düştü; Özal öldü ama o ölmedi ve tam on yıl sonra 2002’de düştüğü yerden doğrulduğunda adı artık Anavatan değil Adalet ve Kalkınma’ydı.
Siz ya da biz “faniler yani ver deyince oy veren, gerisine karışmayanlar” vaziyetten haberdar değildik lakin kısa adı Ak Parti olan Adalet ve Kalkınma’nın taammüden biçilmiş bir ömrü vardı ve bu ömrün süresi on yıldı. Partiyi kuranlar, bunu gayet iyi biliyorlardı hatta bu bilgilerini parti tüzüğüne bile yansıtmış ve “Üç Dönem Şartı”nı yazmışlardı. Ne demekti Üç Dönem? Yaklaşık on yıla denk gelen üç seçim dönem sonunda; “Parti Babaları” bir bakıma; “Biz gideriz, parti biter!” diyorlardı. Zaten “Ekol Sahibi”yle varılan anlaşma da böyleydi ve Sahip; “Ben, partinize on yıl destek olurum; sonrası tufan!” diyerek tavrını ortaya koymuştu.
Faniler dışında kalan herkes, kendini bu “gizli kapaklı malûm biçim”e yani Üç Dönem’in on senesine göre ayarlamıştı; herkes dediğimiz de iktidar ve muhalefet yani bilcümle siyasiler hatta devlet… Tekraren, tabii ki siz ya da biz faniler hariç… Evet; bu bilgisizlik içinde Üç Dönem’in içerdiği manaya pek kafa yormadıkları veya bu kabil “katakülli işler”den anlamadıkları için faniler, Anavatan’a yapmadıklarını Ak Parti için yaptı ve Erdoğan’a girdiği her seçimde tavan yaptırarak kendi rekorunu egale ettirdi. İşte, sürekli yükselen bu çıtadır ki Erdoğan’ı fanilerle bütünleştirdi ve Üç Dönem’in ifade ettiği on senelik süreyi unutturdu ve onlar gibi düşünür hale getirdi. Bir bakıma anlaşmalara bağlı Ak Parti ile “Kasımpaşalı” Erdoğan, halkının şahsına gösterdiği sınırsız teveccühe güvenerek partiyle yollarını ayırdı. Bu ayrılışın gereği olarak, iki ay önce, sessiz sedasız bir şekilde Ak Parti’yi defakto lağvetti. Yeni durum gereği, Eski Ak Parti’nin tüm il yöneticileri istifa ettirildi ve parti fiili olarak sıfırlandı ve sessiz operasyon kendi içinde başarıyla devam etti ve plânlanan gerçekleştirildi. Eski partinin tabelasını ve dolayısıyla adını değiştirmeden kurulan Yeni Ak Parti’de, “Ekol”e bağlı olmayan yeni il yönetimlerine işbaşı yaptıran Erdoğan, “Ekol”ün yerin, aldı ve yeni partinin sahibi oldu. Sahibi olduğu teşkilatın ismi hala Ak Parti olsa da… Durum bu!
Eskinin “Amerikan Ekolü”ndeki iktidar partisi artık Atlantik ötesinden bağımsız ve siyaset sahnesinde bir ilk olarak “Türk Ekolü”nde… Bu sebepledir ki Erdoğan, kongre konuşmasında, daha önceleri olduğu üzre, duble yollar yaptıklarından, hazineye şu kadar likit para yığdıklarından değil “Kadim kökler”den sürüp gelen “Dava”dan bahsetti. Bir bakıma “Amerikancılığın sıcak paracı kitle partisi” evrildi ve “Ahlakçı ve erdemci dava partisi”ne döüştü. Bir bakıma, dünün masal kuşu Kaknüs-ü Anka’sı yandı ve onun küllerinden halk türküsünün Hüma Kuşu doğdu.
Bir bakıma Kaknüs, Batıyı ve şekilci Batıcılığı sembolize ediyordu; Hüma Kuşu, Doğuyu Anadolu’yu, Türklüğü, tarihi kadim köklere sahip ahlak ve erdem medeniyetini ve halkın ta kendisini remzediyor.
Tuğrul kuşu veyahut Zümrüdü Anka ile süre gelen kadim yolculuğumuz, 1839’da Gülhane Fermanı’yla girdiğimiz rotada Kaknüs’le devam etmişti. Bu da bir “Holly” yolculuktu lakin Zümrüdü Ankalı yılların “Kutlu seyahati” kadar bahtiyar etmemişti halkımızı; onun için tek istasyonlu radyomuzdan “Yurttan Sesler” programını dinlerken; Nezahat Bayram, her eli kulağına atıp da “Hüma Kuşu yere düştü ölmedi!” diye uzun havasını çığırdığında ya ağladık ya da en azından gözlerimiz yaşardı zira Hüma kuşuydu özlediğimiz.
Bir bakıma türküler de duadan sayılır. Yıllar yılı Anadolu bozkırında yankılanan, Nezahat Abla’nın doyumsuz çığlığı, yerini bulmuş olmalı ki Kaknüs, ateşler içinde yanarak öldü; onun küllerinden Hüma Kuşu doğdu. Artık Hüma Kuşu’nun ikinci türküde olduğu üzere, “Yükseklerden seslenme vakti” geldi kanaatindeyiz. Merhum Nezahat Abla’nın ya da bugünlerde Hak katına uğurladığımız Hacer Buluş ’un sesinde kendini bulan bozkır halkının duygularını, bundan sonra bizzat kuş, kendisi haykıracak. Doğal olarak o tılsımlı ses, bizim kırlık arazimizle sınırlı kalmayacak ve tüm dünyada yankılanacak kaçınılmaz olarak. Diyelim İnşallah! Ve Haydi Hüma, şimdi sıra sende; sal avazını gök kubbeye!